Social Icons

Çarşamba, Ağustos 29, 2012

Onur günümüz,Zafer Bayramımız kutlu olsun!



 Sevgili Atam;

 Başlattığın, idealin de ötesinde bir başarıyla zafer elde ettiğin, 

kurtuluş savaşımızı ve nişanesi olan bu onur gününü saygı ve 

övünçle kutlayacağız...

 Ayrıca; Kurtuluşun nihai bir mertebe olmadığını, an be an devam 

eden bir süreç olduğunu da hiç unutmayacağız...




Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti
şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz.
En doğru ve en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır."
         
                 

Salı, Ağustos 28, 2012

Evdeki huzur,yalanın dikalası budur :)


Tatil döneminde etrafında birsürü insan olduğundan iyice sevgi pıtırcığına dönen ve bunu her istediğini yaptırmakta kullanan oğluşla sonunda başbaşa kaldık bu hafta.Gerçek hayatla yüzleşmesi için ben de evde sıkıyönetim ilan ettim:)
Devekuşu Kabare'nin Yasaklar'ında izleyenler hatırlar bir tatil köyü parodisi vardı.Şöyle birşeydi:




Zeki Alasya misali ben de evde "Peppe izlemek,yemekten önce aburcubur yemek,ayakta sallanmak ikinci bir emre kadar yasaklanmıştır!" şeklinde dolaşıyorum.Şapkamın tepesi de açık değil ama:))
Bugün buna bir de tuvalet eğitimini ekledim.
Bizimkinin pek eğitimlik bir durumu yok,bulduğu yere yapıyor küçüğünü,büyüğünü ama ben azimliyim.Bir gün bu durumdan onun da sıkılacağını umuyorum!
Salonun ortasına gözüme baka baka patır patır yaparken ben müşfik ve anlayışlı anne olarak" tamam canım sorun değil" diyorum ve içimden "allahım nasıl temizlenir bu,kloraklasak da mı saklasak,kloraklamasak da mı koksak?" diye geçiriyorum.

Bana sabır,oğluşa akıl,fikir ver yarabbim!


Pazartesi, Ağustos 27, 2012

Anne,bebek ve depresyon üzerine


Biraz önce yeni birkaç blog keşfettim ve dolaşırken blogger annelerin yeniden çocuk sahibi olmak konusunda istekli olmaları üzerine yazdıklarını okudum.Sonra kendi halime üzüldüm.Ben de doğum yapıncaya kadar 2.,3.,4. çocuğum olsun istiyordum ama birden acı gerçek şlaaak diye yüzüme çarptı.

Çok  isteyerek,hazırlanarak ,planlı ve keyifli bir hamilelik geçirdim.Zaten "aaa hamileymişim,hiç düşünmüyordum,tühh napcam şimdi?" diyenleri hiç anlamıyorum kimse kusura bakmasın.Çocuk öyle kendiliğinden olan birşey olmamalı.Sonra o çocuktan ne hayır beklenir ki?

Neyse konumuz  farklı.Doğum anına kadar herşey süperdi.Hatta ben manyağım ya, normal doğum diye tutturdum,doktorun beynini yedim 9 ay boyunca.Gel gör ki, bizim tontiş 9 ay 9 gün'de gelmeye kalktı ama plasentanın erken ayrılması denen bir problem nedeniyle ben 5 dakikaya inmiş doğum sancıları eşliğinde apar topar sezaryene alındım.
Hastanede de herşey süperdi.Taa ki eve gelinceye dek.Eve geldiğim gün beni bir ağlama krizi tuttu,ha geçti,ha geçecek derken 3 ay neredeyse aralıksız devam etti!Önce annemin kıymetini anladım,annem gidince yapayalnız kalacağımı,benim için ne kadar önemli olduğunu,herkesten daha yakın olduğunu falan düşünmüştüm.Sonra hayatın bir daha hiçbir zaman aynı olmayacağını farkettim.Bütün özgürlüğümün elimden alındığını düşündüm.Bunu zaten hamileyken de düşünüyorsunuz,kendinizi hazırlıyorsunuz ama yaşamadıkça hiçbirşey tam anlaşılmaz ya,öyle birşey işte.Zaten istemediğim bir şehirde yaşamak zorunda oluşum ve çocuğumu burada büyüteceğim gerçeği,gelecekteki monoton hayatım,gözümde canlanmaya başladı.Nasıl bir umutsuzluk,nasıl bir çaresizlik anlatamam...Tam kelime buydu,çaresizlik.
Bu düşünceler eşliğinde herşey de az biraz batmaya başladı.Çocuk ağlayınca büyüklerin şakayla karışık "aa çocuğu niye ağlatıyorsunuz?bakamıycaksanız verin biz bakalım." sözlerini ciddiye almaya başladım.Çocuğumu benden alacaklarını düşünüyordum.Tam bir paranoya hali.Gerisinden Kayınvalidemin paganist adetleri yazımda biraz bahsettim.
Biraz araştırınca bunları aslında her doğum yapan 10 kadından 9'unun yaşadığını öğrenince(doğum sonrası melankoli) "tamam,sorun yok" diyorsunuz ama ya durum daha da ağırlaşırsa?
Dediğim gibi bu durum tam 3 ay sürdü.Gece emzirmeye kalktığımda ağlıyordum,sabah gözümü açar açmaz ağlıyordum..Eşim birgün bu konu hakkında biraz konuşmaya çalıştı,o gün birilerinin benim farkımda olduğunu görünce sanırım benim için milat oldu.Ağlama nöbetlerim azalarak kesildi.Ama sinirlilik,toleranssızlık emzirme süresince devam etti.
Oğlum 13 aylıktı, emzirmeyi kestim.Çünkü emzirmeyi çok sevmeme rağmen çok da sinirlerimi bozuyordu.Emzirme nedeniyle duruş bozukluğuna bağlı bir gece kendimi acilde buldum.Boyun fıtığı başlamıştı ve her yutkunmamda boynuma kramp giriyordu.
Bu ve benzeri fiziksel rahatsızlıkların artmasıyla emzirmeyi kesme fikrini 18 aydan geri çekmek zorunda kaldım.Emzirmeyi kesince de hemen bir psikiyatra gittim.Doğumsonrası depresyon(postpartum depresyon) teşhisini o koydu.İlaç tedavisine başladı,hafif bir antidepresanla.Emzirme süresince hormonların etkisiyle bu depresyonun devam ettiğini,emzirmeyi kestiğim için hormonların da değişmesiyle zaten otomatik olarak kendimi daha iyi hissedeceğimi söyledi.Gerçekten de öyle oldu.Antidepresanların etkisi hemen ortaya çıkmaz ama ben emzirmeyi kestikten tam 1 hafta sonra belirgin bir  şekilde sakinleştim.Bunda belki de oğluşun da artık geceleri deliksiz uyumaya başlaması etkili olmuştur bilemiyorum.O güne kadar geceleri bazen sayardım kaç kez kalktım diye.15'ten sonrasını saymazdım.Sonra yanıma alıp uyumaya başladım ama bu sefer de beni emzik gibi kullanmaya başlayınca durum daha da can sıkıcı hale geldi.Neyse ki hepsi geçmişte kaldı.


Ama artık "yeniden bir çocuk mu?Allah saklasın!" diyecek hale geldim.Evet,hala çocukları çok seviyorum,karnında bir uzaylı gibi büyüdüğünü hissetmeyi,tekmelemelerini,ultrasonda görme çabalarımı,ona kavuşma anı vs. çok güzel ama..Ama zihnimden o ağlarken ona yapmayı hayal ettiğim işkence şekillerini,tuvalete bile gitmeye fırsat bulamadığım anları,uykusuz gün ve geceleri,aralıksız emzirme seanslarını,yeniden katı gıdaya geçiş seremonilerini,tuvalet eğitimi,emzirmeyi kesme vs. ,en önemlisi de o asabiyet hallerimi ve çocuğuma bağırıp çektiğim vicdan azaplarını düşündükçe çok korkuyorum.

En korkuncu da ne aslında?Ben tüm açıkyürekliliğimle bunlardan bahsederken (ki hangi insan ister bunları yaşamayı,ya da kim böyle birşeyle övünür?) bazıları çocuk sevgisinden,anneliğin kutsallığından dem vurarak "biz de çocuk doğurduk,biz hiç böyle düşünmedik,bunları yapmadık." diyebilecek kadar acımasız olabiliyor.Bunları söyleyenler tabi ki yine aslında bu durumu en iyi anlaması gereken ama karşı cinsten daha zalim olabilen hemcinslerim.


Peki benim umurumda gibi mi duruyor? "Hodie mihi, cras tibi" der bir latince deyişte.
"Bugün benim,yarın senin için..."

Pazar, Ağustos 26, 2012

A kiss to build a dream on


an itibariyle hayallere daldım...ne güzel bir sestir böyle!

Bir pazar günü...

Günlerdir aklımda beze(içiboş da deniyor) yapmak vardı.İzmir'de bir pastaneden her gidişimde cevizli beze alırım ama burada bulamıyorum.(Hatta beze bile bulamıyorum dermişim iyice mahrumiyet bölgesi ilan edermişim.)
Neyse ben de kendi bezemi kendim yapmaya niyetliyim ya birkez denedim.Sonuç sünger gibi sarımsı bişiy oldu.Bildiğimiz bezeyle yakından uzaktan akrabalığı yok.Ben de mideme taş bastım vazgeçtim.
Geçenlerde severek takip ettiğim Ihlamurcum antepfıstıklı çikolatalı beze tarifi vermiş sitesinde.Hemen önceki denememden bahsettim.O da kendi tarifiyle garanti verdi.Bana da denemek düştü tabi.
Bu sabah kahvaltıyı müteakip bezemi yaptım ama çok korktum yine olmayacak diye.Hatta tepsiye dizerken katı kıvamını kaybetti,sulandı resmen.Ama fırından çıkınca sonuç gayet başarılı.Görüntü pek bezeyi andırmasa da tadı,kıtırlığı aynı.Ihlamurcum'a sorucam pişmeden önce niye böyle yumuşadığını bakalım yorumu ne olacak?


Bu arada oğluşumun da bir yemek problemi var ki insanın yaşama sevincini alıp götürür.Adam sabah kahvaltısı nedir bilmiyor.Peynir,domates,zeytin,reçel,haşlanmış yumurta ağzına sürmez.Başka yiyecek birşey yoksa kuru ekmekle yapar kahvaltısını.Yumurta yedirebilmek için sucuklu yumurta şeklinde yapıyorum.Sanırsın Kayseri'li Şahinoğlu sucuklarının veliahtı.Ya da arasına çikolata sürerek krep şeklinde yediriyorum.Tohumları Fransız asilzadelerine dayanıyor ya..
Ben Külkedisi de her sabah "acaba bugün bu çocuğa gerekli gıdalarını nasıl yedirebilirim?"diye beyin jimnastiği yapıyorum.Bunun sonucu olarak da bugün kek yaptım.İçinde yumurta,yoğurt,süt vs. içeren besleyici bir gıda ya kendisi.Ama gel gör ki,bir anda kendimi kahvaltıda artan çayı değerlendirme çabası içinde buldum.Sonuçta kek de pişti,artık çay da değerlendirildi; çaylı kek fırından çıktı!


Ama çocuğa tein yüklemesi yapıcam gereksiz yere,zaten imamla beraber uyandığı uykusu umarım daha da kısalmaz...

Perşembe, Ağustos 23, 2012

Sezon başlıyor,yer kappp,yeeerr kapppp!!

Yaz boyu televizyonun yüzüne bakacak zaman bulamadım çok şükür.Şimdi yine kış geliyor ve ben çalışacak bir iş bulamazsam PTT esprisini*  7/24 gülmeden yaşamaya devam edeceğim.

Biraz  önce bu ihtimale karşın yeni sezonda başlayacak dizilerle ilgili birkaç fragman izledim ve haftalık dizi izleme programımı önceden taslak haline getirdim.İlk 3 aylık dönem(kısa),sezon ortası(orta dönem) ve sezon finali(uzun dönem) olmak üzere gelecek planlarımı da projelendirdim mi tutmasın beni KOSGEB!

(bknz:Girişimcilik kursu)

Bu sezon yine dönem dizileri sezonu olacağa benziyor.İlk olarak ağlak müzikleriyle dikkatimi çeken Veda dizisini seçtim kendim için.


VEDA:


Yapımını Med Yapım’ın, yapımcılığını Fatih Aksoy’un üstlendiği, yönetmenliğini Merve Girgin’ın yaptığı, senaryosunu Sündüz Haşar’ın kaleme aldığı, müziklerini de Zülfü Livaneli’nin yaptığı, Ayşe Kulin’in aynı adlı romanından esinlenerek televizyona uyarlanan “Veda”da; Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde, işgal altındaki İstanbul’da bir konakta yaşananlar anlatılıyor. Son Maliye Nazırı ve ailesi aracılığıyla o dönemin resmi çiziliyor.Başrollerinde Mehmet Aslantuğ ve Fahriye Evcen var.Dizi Kanal D'de yayınlanacak.





Kuzey ve Güney dizisinde Kıvanç Tatlıtuğ ile sararan gözlerimizi bu sezon Kenan İmirzalıoğlu ile nötrleyebileceğiz çok şükür.Ezel'den beri özledik kendisini biz kızlar olarak:)


KARADAYI:


1970’li yıllarda geçen dizide kunduracı bir baba oğulun hikâyesi televizyona aktarılıyor. Usta oyuncu Çetin Tekindor’un İmirzalıoğlu’nun babasını canlandıracağı dizide İmirzalıoğlu’nun büyük aşk yaşayacağı savcıyı Bergüzar Korel oynayacak.Bülent İnal'a da kötü adam rolü için teklif götürüldüğü ancak iddiaya göre kötü adamı oynamak istemediği için aktörün reddettiği de söylentiler arasında.Dizi ATV'de yayınlanacak.




Aylardır aslında fragmanı dönüp dururken bir türlü başlayamayan bir dizi de merakla beklediklerimden biri.Ustura Kemal'den bahsediyorum.Yapımcı yeni reyting sisteminin eylül ayında başlayaması nedeniyle reklam bütçelerinin çok düşük olduğundan bu nedenle Eylül'e kadar ertelemek zorunda kaldıklarından bahsetmiş.


USTURA KEMAL:



Genel Sanat Yönetmenliğini Şakir Demir Pehlivan'ın yaptığı, usta isimlerin bir araya geldiği, oyuncu kadrosunun yanı sıra dev bütçesi, kostümleri ve dekorlarıyla da adından çok sözettirecek dizi için 600 kostüm dikildi.
Türk televizyon tarihinin en önemli başyapıtlarından biri olmaya aday Haldun Sevel'in eserinden uyarlanan dizinin yapımcılığını, rating rekorları kıran yapımlara imza atan Süreç Film/ Ali Gündoğdu, proje tasarımını ve yönetmenliğini usta bir isim Mustafa Şevki Doğan üstleniyor.
Senaryosunu H. Baykut Badem, Filiz Ekinci, Hülya Şahin ve Savaş Saylan'ın kaleme aldığı, mütarekenin, yokluk yıllarının, yorgun ama gururlu İstanbul'un, bir milletin kurtuluş mücadelesinin ekranlara yansıtılacağı dizide sanat dünyasının ünlü isimleri bir araya geliyor. Oktay KaynarcaEmre KınayNaz Elmas oyuncular arasında yer alıyor.


Görünen o ki Muhteşem Sülüman'a da büyük dedesi Fatih rakip olacak.Bakalım harem hayatı atalar zamanında da böyle hareketli miymiş görücez.Fetih 1453'ü izleyip beğenmiş biri olarak harem hayatı dışında da birşeyler bulmayı umuyorum ama sonra reyting denen şey aklıma geliyor ve "boşuna heveslenme ebrucum" diyorum kendime:)
FATİH:
Faruk ve Fatih Aksoy kardeşler rekor bir gişe hasılatı yapan Fetih 1453 filminin devamı olacak şekilde ciddi bir yatırım yaptıkları bir dizi hazırlığı içindeler.Eski Beykoz Kundura Fabrikası’nın içindeki 2 bin 800 metrekare kapalı alanda oluşturulan Edirne Sarayı’nın iç mekânlarının yanı sıra 5 bin metrekarelik Bizans Meydanı, 2 bin metrekarelik “Taşlık” ve “Has Bahçe” için yaklaşık 70 kişinin 1.5 aydır çalıştığı hummalı bir hazırlık yapılmış.Oyuncular filmde de rol almış olan Devrim Evin ,Şahika Koldemir,Cengiz Coşkun,Sedat Mert ve Dilek Serbest ve Survivor'da birinci olan Nihat Altınkaya.Dizi Show TV'de gösterilecek.
Çekim kalitesine hayran kaldığım bir dizi de Atlılar.Bana Game of Thrones'u hatırlattı ki George R.R.Martin bunu okuyup bana poposuyla gülmez inşallah:)

ATLILAR:


Bulgaristan'da 300 Spartalı filminin de çekildiği stüdyolarda çekiliyor.Türk-Amerikan ortak yapımı denilebilir çünkü animasyonları Amerikalılar yapıyor.Zira film tarih öncesi dönemde geçiyor.Behzat Ç'nin yapımcısı tarafından hazırlanmış bir proje.Oyuncular arasında yine Behzat Ç'den hatırladığımız Canan Ergüder ve Aslı Tandoğan ile Sarp Levendoğlu gibi isimler var.Star Tv'de gösterilecek.








Kayıp Şehir , Dila Hanım , Ağır roman yeni dünya , Babalar ve evlatlar , Huzur Sokağı , Benim için üzülme , Krem , Son yaz , Adını Feriha Koydum-Emir'in yolu , Harem , Merhaba Hayat , Esir Şehrin Gözyaşları diğer yeni diziler.


Biten bazı diziler ise Çıplak Gerçek,İffet,Akasya durağı,çok şükür!


Allahım iyi ki bir Yüksel Altuğ değilim!Şu yazıyı yazarken bile şeşibeş oldum,allah adamcağıza sabır ve bol akıl sağlığı versin.Hergüne ortalama 3 dizi düşerken biz toplum olarak nasıl günde ortalama 2 saat televizyon izler hale gelebiliriz ki?Daha bunun haberleri var,Esra Erol'u var,Müge Anlı'sı var,Yemek yarışması,şeflerin yarışması,eşlerin yarışması,acun ılıcalı saatleri,peppesi var da var!!!


Biri şu televizyonu kapatıp beni oturduğum yerden kaldırsın plsss...



*PTT esprisi: Pijama,terlik,televizyon kelimelerinin kısaltması

Çarşamba, Ağustos 22, 2012

Estetik cerrahi maceram


Ben hiç zayıf olmadım.
Kendimi hatırladığım ilk andan itibaren ayva büyüklüğünde olan göbeğim gün geçtikçe büyüdü büyüdü ve doğumdan sonra karpuz büyüklüğüne ulaştı.Tamam,tamam abarttım,kavun olsun hadi...
Meyve yemekten soğutan bu durum karşısında ölmeden yapılacaklar listemdeki "göbeğimden kurtulma" maddesi gereğince bugün estetik cerraha gittim.

liposuction adayı manyak!benim böyle olsa gerine gerine kendi resmimi koyarım:P
Üniversitedeki estetik cerrahi polikliniğine gittiğimde poliklinikteki asistan ben derdimi söyleyince sandalyesinden kalktı,kapıyı kilitledi,"bu konuyu uzun uzun konuşalım" derken.
"Ahaa" dedim içimden, "bu kadar mı ciddi durumum acaba?"  diye düşünmekten kendimi alamadım.
İlk fiziki muayeneden sonra doktor beni ilk hayalırıklığına uğratacak cümlesini kurdu:
"Size maalesef liposuction uygulayamayız.Liposuction yağ dokusu çok fazla olmayan,sadece kontür düzeltilmesi gereken kişilerde uygulanır.Ama sizde deri fazlalığı da var o nedenle abdominoplasti yapılması gerekir."

İlk Estetik cerrahi bilgilerimi bu diziden öğrendim:)

Ben zaten önceden yeterince araştırma taptığım için abdominoplastinin ne olduğunu biliyordum.Ama liposuctionla yırtmayı umuyordum.Çünkü sonrasında doktorun da uzun uzun açıkladığı gibi abdominoplasti oldukça zahmetli bir ameliyat.Hatta kendi ifadesiyle estetik cerrahinin en kapsamlı operasyonuymuş.Ameliyat yaklaşık 4 saat sürüyor.Hastanede yatış süresi 4-5 gün.İlk 1 ay hareket  kabiliyeti sınırlandığından oldukça zor geçiyormuş.Çünkü tüm karnı aşağı çekip,fazlalık olan kısmı kesiyorlar ve göbek deliğini tekrar yerleştiriyorlar.(Adamlar kendilerini ne kadar yüceltse az,yapılan işlere bak!)Derinin yeniden esneyebilmesi için yaklaşık 1 ay zaman gerekiyormuş.Ama liposuctionda ışınsal düzende bir yağ çekilmesi olduğundan ,zaman içinde tekrar kilo alımında yağ çekilmeyen bölgeler kilo alırken,çekilen yerler kilo almayacağından,"patates çuvalı" görüntüsünde bir tablo oluşuyormuş.Ben örneğin karına liposuction yapılırsa ilerde kiloların karından değil belki kalçadan alınacağını sanıyordum.Ama maalesef yine karının yağ çekilmeyen bölgelerinden alınabiliyormuş.
Bir de tabii doğum olayı var.Yeniden hamile kalmayı düşünürsem abdominoplasti sonrası derinin yeterli elastikiyeti sağlamakta sorun yaşaması da kuvvetle muhtemelmiş.
En meşhur estetik faciası:Jocelyn Wildenstein
İşin maddi boyutu da var.Hiçbir sosyal güvenlik kurumunca da karşılanmıyor tabi bu operasyonlar.Doktorun "kişiden kişiye değişir" diyerek kesin yanıt vermekten kaçınmasına rağmen benim anladığım kadarıyla 5.000-10.000 arası bir rakam tutuyor.

Hangi ucundan tutsam değneği yine de elim kirlendi anlayacağınız.

"Peki ben çok sıkı diyet yapsam,spor yapsam yine de liposuction olmaz mı?" diye yavru kedi kendimi acındırma çabalarıma rağmen(sanki adamdan beleşe iyilik istiyorum) doktor acımasızca "Deri bir kere esnedi mi ne yaparsan yap geri dönüşü olmaz." dedi.Bu da benim "korku filmi repliklerini doktorlara mı yazdırıyorlar acaba?" diye düşünmeme neden oldu.


Kapıdan çıkıp göbeğimi sallaya sallaya evime dönerken hiçbirzaman zayıf bir insan olamayacağım gerçeği ile yüzleşmek zorunda kaldım.Eylül itibariyle yeniden spor salonuna başlamak için kendime söz verdim.Zayıf olamasam da göbek boyutumu kavundan keleğe dönüştürebilirim değil mi?

Gözyaşlarımı içime akıttığım bu satırlarımda...şaka be şaka,hiçkimse size şişmanların ne kadar mutlu olduklarından bahsetmedi mi?:)

buyrun ben ayfer:P

Salı, Ağustos 21, 2012

Psikolog arayıp da yolu buraya düşenlere

Arada bir şu istatistiklere bakıyorum da her daim gördüğüm arama kelimeleri "psikolog arıyorum" vb.
Google psikolog arayanları tak benim siteye atıyor ya ,derman arayanlar benim bulamadığımı görünce sinir olmuyorlar mıdır?
Acaba benim şu aile danışmanımla ilgili yaşadıklarımı okuduktan sonra ne hissediyor lar-sunuz?Merak ettim sadece...

Cuma, Ağustos 17, 2012

Kayınvalidemin bayram adetleri






Ramazan ayı bitip bayram arifesinin arifesindeyken yaklaşan bayram ziyaretlerinin bir parça sevinci,çokca sıkıntısı çöktü içime.Sevinç bana göre faydalı bir geleneğin devam etmesi nedeniyle,sıkıntıysa bu geleneğin uygulamasındaki aşırılıklar ve katı kurallar nedeniyle.
Bizim aile için bayramın gelmesi demek arife gününden eşimin ailesinin evine gitmek demektir.Gündüz kabir ziyaretleri yapılır.(Çok şükür henüz benim taraftan kabir ziyareti yapmamızı gerektirecek bir durum yok)Bu kabir ziyaretlerinin olmazsa olmazı "mersin" bitkisidir.Bu bitkinin islam inancına göre bir önemi olduğundan mı yoksa "her ölene bir yasin" derken bunun mersin olarak anlaşılmasının eseri olduğundan mı bilinmez.Kayınvalidem biz gitmeden zaten mersinleri almış, evin bir köşesine koymuş, hazır olarak beklemektedir.


Bu arada  yörelerinin meşhur böreğini yapmaya başlamıştır bile.Adına "kıvrıma" dedikleri bu börek klasik hamurdan yufka açılmak suretiyle,arasına yine yörede "kesik" denilen çökeleğin konmasıyla, gül böreği gibi sarılıp odun ateşinde kızartılmasıyla yapılır.Böyle anlatınca hele bir de oruçluysanız ağız sulandıran bir durumu var di mi?Ama arifeden yapılan bu börek tüm bayram boyunca yenmek üzere yapıldığından ertesi günlerde hiç de böyle iştah açıcı olmuyor.Aşırı yağlı,gün geçtikçe kuruyan,soğuk bir şey.Yanında da mutlaka yaz turşusu denilen biber ve patlıcanın haşlanması ya da közlenmesi ile yapılan ekşili,sarımsaklı bir salata ile ikram ediliyor.Bunu bütün köy halkının yaptığını ve her ziyarette önünüze aynı şeyin konduğunu hayal edin.
Hele bir de oruçtan çıkmış midelerin bu ağır yiyeceklerle bozulması içten bile değil.

Bu turşuya bayılırım aslında
Ama adetleri böyle.Ailede kimse bu adetin devam ettirilmesini istemezken, kayınvalidem son anda "filanca yapıyordu,dayanamadım ben de yaptım" diyerek her bayram bu numarayı bize yutturmayı başarır.Sonra da yememiz için ısrar eder,hatta başka bir evde hata-kaza yemiş olursak "benimkinden yemediniz orada mı yediniz?" diyerek bir de fırça atar bize.
Arife günü bir de tabii kayınvalidemler için "şalvar dikme" aktivitesinin final günüdür.O güne kadar henüz tamamlanmamış şalvarlar o gün dikilip ,bayramda giyilmek üzere hazır edilir.
Bayram tatlısı olarak yine bir kayınvalide klasiği kalburabastı ve tel kadayıftır.Her ikisi de günler öncesinden yapılmıştır,sadece şurupları arife günü dökülür.İftardan sonra tüm bu lezzetler aile halkına tattırılmak suretiyle ramazan sevinci sonlandırılır.

Bizimki de böyle tepsiyle yapılır
O gece biz orada kalırız.Çünkü ertesi sabah bayram namazı vardır ve evin erkekleri yaz-kış demeden, mutlak surette namaza gitmek zorundadır.Kayınvalidem herkesten önce kalkar,kışsa sobayı yakar, kapısının önünü,bahçesini süpürür,erkekleri kaldırır.Kaldırır dediysem herkes hemen kalkar demek istemedim.Kayınvalidem ne kadar kuralcı,dakik ve bu konularda titizse,erkekler de bir o kadar rahattır.Hoca   minareye çıkıncaya kadar yatar bizimkiler.Kayınvalidem bu arada " filancanın oğlu da gitti namaza,filancanın kocası geçti şimdi,siz hala yatıyorsunuz" diyerek saçını başını yolmak suretiyle gelip gider.Eşim ve kayınpeder güç bela kalkıp giderler.Biz kadınlarsa kalkıp kahvaltıyı hazırlarız.Erkekler namazdan gelince bayramlaşma yapılır ve kahvaltıya oturulur.
Bu arada köyün çocukları dolaşmaya başlamıştır bile.Onlar için bir kaseye bozuk para,bir kaseye de şeker hazırlanır,her gelene ikram edilir.Yetişkinler için çikolata alınır,çocuklara adi şeker:)



Asıl mesele günün devamındadır.Kayınvalidemle kayınpederim yaşlı olduklarından evde kalırlar,biz gençler de  yarısının akraba,kalan yarısınınsa eş-dost olduğu köyü gezmeye başlarız.Kayınvalidem mutlaka baştan uyarır:
"Filancadan başlayın,şuna gidin,buna gidin,o benim amcaoğlum,öteki teyzekızım,beriki eltiyarım" diyerek bize kısaca herkese gitmemizi salık verir.Hele ki arada birilerini atlayalım.Bizimkisi dönüşte tek tek sorar kimlere gittiniz diye.Bayramdan sonra görüştükleri kişilerden de gidip gitmediğimize dair teyit alır.Unutmaz,bir sonraki bayram "geçen bayramda filancaya gitmemişsiniz,onun çocukları bana geldi,bu bayram siz de gitceksiniz!" der,noktayı koyar.Emir büyük yerden,gideriz tıpış  tıpış...


Bu arada bayram ziyaretine çıkacağımız dakikalarda kayınvalidemi bir telaş basar:
"Ebru altınlarını takmıyor musun?"
Şu altın mevzusu bayram sevincimi yokeden,beni benden alan,sinir ötesi bir durum.Ben altından nefret ederim.Yani  şu klasik bileziklerden,setlerden vs.Hem görüntüsü,hem saklaması,hem de "bak benim var,sende de var mı?" tarzı bir düşüncenin görselleştirilmiş hali oldukları için sanırım.Kayınvalidemler için ise bu durum bir gurur kaynağıdır.Gelinlerinin,kızlarının ne kadar çok altını varsa o kadar gururlanırlar.Olması da yetmez,önemli olan olduğunu birilerinin bilmesi,görmesi.Bu sebeple her düğün,bayram gibi organizasyonlarda o altınlar bana saçı kazınmış kafa derisine ağır ağır damlatılan su damlaları gibi dın dın dın edilerek taktırılır.Bugüne kadar hiç takmadığım olmadı,sırf onlar sevinsin diye.Ama bu bayram birşeyler değişecek.Azcık da ben sevineyim di mi ya?Adi incik boncuklarım mücevher kutularında çürüdü gitti valla:P


Ziyaret faslı da biz yorgunluktan sürünerek eve dönünceye kadar devam eder ve akşamında benim ailemin evine gidilir.Bizim tarafta pek akraba falan olmadığından,olanlarınsa modern çağın gereklerince tatile vs.'ye çıkmalarından bayram aslında ilk gün bilemedin ikinci gün öğlen bizim için biter.

Nostaljik bayram yazısı yazasım varmış, kayınvalidemi bahane etmişim:)
Her ne olursa olsun bayram köylerde,kalabalık ailelerde devam ediyor,oralarda güzel.(altın adeti hariç:s) Gittikçe çekirdek aileye dönen dünya düzeninde bu adetin yaşatılması gerekiyor.Umarım çocuklarımız da bu güzelliği tatmaya devam ederler...
En gelenekselinden "Bayramı şerifiniz hayırlı olsun efendim":)


Perşembe, Ağustos 16, 2012

Psikologdan vazgeçtim, mucize arıyorum;)


Pek sevgili,güzeller güzeli aile danışmanımız bakın üçüncü ve son görüşmemizde neler dedi:

"MMPI yani karakter analizi testini önceki görüşmemizde yapmıştınız.Sonuçlarını inceledim.Her ikinizin de klinik olarak herhangi bir sorununuz görünmüyor.(Burada ikiniz de deli değilsiniz demek istiyor.)
Karakter olarak siz Ebru Hanım oldukça dinamik,enerjik,yeniliklere açık,hatta aynı şeyleri tekrarlamaktan hoşlanmayan, sabırsız,çok çabuk ilginizi kaybedebilen,odaklanmakta sorun yaşayabilen,duygu ve dürtülerini kontrol etmekte zorlanan(burada da sen duygu kadınısın diyor),cesur,sosyalleşmede genellikle sorun yaşamayan,risk almayı seven ve sorunlar karşısında çok çabuk öfke nöbetlerine kapılabilen bir yapıya sahipsiniz.Eşiniz ise, sakin,değişimlerden hoşlanmayan,duygularını her zaman mantık süzgecinden geçiren(meğerse bizimki hiç romantik olmamış ki ben romantizm kalmadı derken hayal mı görmüşüm?),aile kurumuna,özellikle anne kavramına çok düşkün,kendini her zaman güvende hissetme ihtiyacı hisseden,risk almayı sevmeyen,yapıcı ve sorunlar karşısında duvar örme eğiliminde bir kişi.
              Ben incelerken kendi kendime güldüm,çünkü aslında burada iki uç karakter görüyorum.Birbirine tamamen zıt özellikler sözkonusu.Ancak bu demek değildir ki bu iki karakter anlaşamaz.Tersine kimi zaman birbirini tamamlayıcıdır.Her evlilikte sorunlar olur,her zaman her sorun çözülemez de.Önemli olan sevginin varolmasıdır.Sevgi olduğu sürece karakter özellikleri gözardı edilebilir vs.."

Terapi dediğin ...
Biz karşımızdaki medyum mu memiş mi diye düşünürken elimize birkaç kağıt tutuşturdu."Hadi bakalım o ilk kağıtta yazdığı gibi biriniz konuşmacı olsun,diğeri dinleyici" deyip bizi köpekbalığı havuzuna atar gibi attı birbirimizin kucağına.
Sen misin o kağıttaki gibi konuşmaya çalışan?Ben Türkçe'yi yeni sökmüş ama hala kelime dağarcığını geliştirmeye çalışan turistler gibi "ben,şey,kötü hissetmek,kem küm.." falan diyerek "sen" kelimesini kullanmadan,duygularımı anlatmaya çalışıyorum.Eşim de "seni anlıyorum" cümlesiyle başlayıp kendi cümlemi tekrarlayarak söylediklerimi anladığını ifade etmeye çalışıyor.Ama ben neler söylediysem, eşimin tekrarladığı şeyi ben mi söylemişim,vaay ben neler demişim der gibi bakıyorum öyle.
Tamamen kopuğuz.Aynı ikeanın alışverişe çıkan karıkocadan kadının "bu nasıl canım?" diye sormasıyla kocasının uzayda, boşlukta asılı kaldığı reklamındaki gibiyiz.
Derken kontrolü tamamen kaybettik ve sen'e ben'e bakmadan başladık cıvırdaşmaya.Kadıncağızın bizim iletişim konusundaki aksaklıklarımızı düzeltme çabası bir kenara,o seksi,ağır,buğulu konuşmasından,ses tonundan eser kalmadı.
"Ahaa" dedim içimden ,"sonunda kadını da bozduk,içindeki şeytan çıktı işte".
Sonra bir yudum su içti."Sabahtan beri konuştuğum için dilim damağım kurudu kusura bakmayın" falan deyip durumu toparlamaya çalıştı.
Ama ben izin verir miyim?Günlerdir kompleks etmişim onun yanında ezik gibi durmayı.Bu sefer ben karıştırdım ortalığı.
"Eşim zaten gereksiz buluyordu gelmeyi,muhtemelen bu bizim son gelişimiz" deyip hoop topu eşime attım.
Kadının buz gibi bakışları karşısında bizimkisi başladı " ee,sizin şahsınızla alakalı değil ama,kem küm.." demeye.
Danışman da "yok ben alışkınım,buraya kendi isteğiyle gelen hiçbir erkekle karşılaşmadım" demesin mi?
Konu bu eksende devam etti ve sonuçta biz helalleşip ayrıldık.
Ben çok eğleniyordum bu seanslarda ama bundan böyle eğlenceyi bedavalarda arıycam sanırım:)

Eşimle nasıl mıyız?Verdiğimiz para boşuna gitmesin diye olacak ki daha "özenliyiz".Yoksa işimiz mucizelere kalacak mazallah!


Pazartesi, Ağustos 13, 2012

Tatil Anektodları 2

Oğlum ve ben

Bir tatil dönüşü daha kazasız,belasız,kavgasız,gürültüsüz sonuçlandı çok şükür.İnsan tatil dönüşü kavga etmeden geldim diye sevinir mi, ben seviniyorum işte.(bknz: tatil anektodları1)

Bodrum barlar sokağında bir çantacı
Her sene tatil zamanı yaklaştıkça programı kendimiz yapardık biz.Gidilecek yer,güzergah,kalınacak yer vs.Bu biraz sıkıntılı oluyor tabii.Bir süre sonra "off çok yoruldum,tatile falan çıkmayalım,evde dinlenelim" moduna girebiliyor insan.Bu sene bu 'yorucu' süreci yaşamamak için bir arkadaşımızın yeni açtığı acenta vasıtasıyla seçimlerimizi yaptık.Biz gerekli kriterleri verdik,o seçenekleri daralttı,biz onayladık.Fakat şansımıza kağıt ya da ekran üzerinde çok şahane görünen oteller hayal kırıklığına uğrattı bizi.
Yine şu temizlik mevzusu yani.Bu seferki otelde 3 oda değiştirdik.3.sünde çok şükür en azından görüntüsü temiz olan bir odaya kavuştuk!Son gün misafir ilişkileri sorumlusu bir anket göndertmiş odaya.Dayadım, döşedim.
"Otelimizi çevrenize tavsiye eder misiniz?" sorusuna "Anlatacaklarıma rağmen hala gelmekte ısrar edenler olursa tabiki de edeceğim." diye ukalaca bir yanıt verdim ama hakettiler:)
En güzel yanıysa geniş yeşil alanları ve hamaklarıydı:)

Öğleden sonraları hamak keyfi

Hayatımda ilk kez Maison Française dergisi aldım.İçimde uktedir havuz başında şöyle kalın kadın dergileri okumak.Ama cosmopolitan tarzı kadın dergileri içimi baydığından dekorasyon dergisi alayım dedim.(Aile danışmanının bekleme salonunda görmüştüm geçenlerde,pek havalı duruyordu)Aldım,değdi gerçekten.Havuz başında fotograflara bakarken evimi yıkmayı hayal ettim.Ev ev değil mübarek o baktıklarımın yanında gecekondu.Ama allah için bir cd hediyesi vardı derginin bu ayki sayısında.Sırf onun için de alınabilir.Doğtaş Senfoni Orkestrasının yorumladığı türkülerden seçme bir albüm.Tek kelimeyle şahaneydi...


  Hediyelik eşya dükkanlarında görmekten bıktığımız aksesuarlar bir miktar değişmeye başlamış.Çarşı,pazar gezmeyi çok seven biri olarak bu durum çok hoşuma gitti ne yalan söyleyeyim.Geçen yaz Bodrum'a gelmediğinden bilmiyorum ama bu sene bir yel değirmeni furyası almış başını gidiyor.Yel değirmeni şeklinde mumluklar her yerde.Marmaris'te 5 tanesi 10 lira olan magnetler burada iki katı fiyatına.E Bodrum farkı tabii deyip geçtik usulca yanlarından:)

İşte sözkonusu mumluklar

Ağaca da asılıyor
Deniz çok şahaneydi ama bizim oğlanı, çişli havuz suyundan sonra soğuk geldiğinden olsa gerek, sokamadık bir türlü.Mecburen sırayla denize girebildik.İnanılmaz güzel bir su altı vardı.Elimden daha büyük çupralarla,kefallerle birlikte yüzdük.Hem de sürüyle.Akşam yemekteyse çiftlik balıkları vardı:(( Avlanma yasağı varmış meğerse.İnsanı zorla zıpkıncı yapacaklar töbe töbe..




Yalıkavak'ta bir dükkan

Bunlara bayıldım

Kasnağı nasıl değerlendirmişler?

Yalıkavak'ın en güzel restoranlarından biri

sokak ressamı eserleri

bu dükkan yıllar önce bisikletçiyken şimdi "Gülten Abla''nın yeri" olmuş
Topu topu 2 yıl gitmediğim Bodrum için özet son resim aslında...Herşey çok hızlı değişiyor oralarda...


Pazar, Ağustos 12, 2012

Geçmişten gelen


"Hiç istemiyorum" diye düşündü kadın.Düşünmesine bile gerek yoktu,içinde bir his olarak doğuyor,göğüs kafesinde sıkışma yaratıp,dudaklarından derin bir nefes vererek çıkıyordu.Beynindeyse istenilmeyenle karşılaşma halinde yapılacaklar sıralanıyordu istemsizce.İlk tepkisi buydu haberi alınca.Sonra inanılmaza acaba gözüyle bakabilme zamanı geldi ve şu "hiç istememe" hissine şaşırdı kendi kendine.Yıllarca arzu edilen,yakarılan,planlanan bir hayal gerçekleşmediği halde kendiliğinden tersine dönüp istenmeyen olabilir miydi gerçekten?Ne kendi hayatında ne başkalarında benzer örneklere rastlamamıştı hiç.Sadece filmlerde...

Ama burası bir film seti değil,hayatım senaryo hiç değil diye düşündü.Yoksa öyle miydi?Hayat önceden kurgulanmış bir senaryoydu ve o 100 metre koşusunda sırası gelen engellere takılmadan sıçrayıp hızla yarışı bitirmeye mi programlanmıştı?Nevin Yanıt için hayat böyleydi belki ama onun hayatındaki aşamadığı tek engel dönüyordu işte.Hiç istemiyordu dönmesini.Dönmesin.Dönme diye dua etti içinden.Bu kadar kolay mıydı bir anda çıkıp gidilen hayatlara bir anda tekrar dönmek?Hem de arzu edilen zamanda değil çok daha sonrasında.Kendi seçtiği zamanda.Kendi seçtiği şekilde.Arzuları er ya da geç genellikle gerçek olmuştu kadının.Ama bu arzu öyle er ya da geç cinsinden değildi ki.Piyango bileti çıkmasını dilersin,er ya da geç farketmez pek.Çocuğun olsun istersin,er ya da geç farketmez yine.Eve,arabaya sahip olmak istersin,er ya da geç.Ama herkesin hayatı farklı yönlere sapmışken,herkes düzenini kurmuşken,herkes diye birşey kalmamışken...

"Hiç istemiyorum dönmesini" diye düşündü bozuk plak gibi beyni.Yüreğini sıkıştıran o nefessizlik,o daralma, ne kadar derin nefes alsan da yetmeme hali, beynini de oksijensiz bırakmıştı belli ki.Aynı düşünce döndü durdu,sonra yine döndü,yine durdu.Tam durmuşken durulan yerde kaldı kadın.Durdu ve arkasına baktı.Geçmişinde göremediği,ararken bulamadığı kişi dönse ne değişirdi?

"Artık 15 yaşında bir kız değilim.Zaaflarım 15 yaşındaki kızın genlerinde kaldı.Bu hayatı ben kurdum,ben yönlendiririm.Kuruluşda zamanında yer almayan,yönetimde de söz sahibi olamaz." dedi kararlılıkla ve ekledi:

"Bu kişi babam bile olsa..."

Salı, Ağustos 07, 2012

Sağlı sollu girişim sertifikası



Bitti!
Sonunda girişimcilik işkencesi sona erdi.
1 aydır,haftanın 3 günü gittiğim, kurs adı altında boşa geçirdiğim zaman bugün sonlandı.

Sayın İşkur,Kosgeb yetkilileri;
Bu kursu açma nedeniniz neydi?
Ne öğretmeyi planladınız?
Kurs sonunda sahip olmamız beklenen bilgi,beceri,düşünce neydi?
Ben kendi adıma cevap vereyim mi?
Daha önce bildiğim şeyleri teyit ettim,hepsi bu.Kosgeb prosedürlerini araştırıp öğrenmiştim,teyit ettim.Kaç çeşit şirket olduğunu bilirdim,teyit ettim.Girişimci kime denir diye hiç merak etmedim,aynaya bakmam yeterliydi,teyit ettim.
Yani hala daha gelişmeye ihtiyaç duyduğum,kursta öğrenmeyi umduğum muhasebe,finans gibi konularda eski bilgilerime yenisini eklemedim.Kosgeb hakkında sağdan soldan,internetten duyduğum birbiriyle çelişen bilgilerimde bir aydınlanma yaşamadım.En önemlisi proje nasıl hazırlanır sorusuna aldığım cevap son derece yetersiz,internetten örnek proje aramaya devam ediyorum.
Amaç sadece sertifika sahibi olmaktı sanırım.Ee İşkur'da para çok,işsizde zaman öyle değil mi??!!
Haksızlık yapmayayım hadi,öğrendiğim birşey daha var.Yapmayı planladığım iş fikirlerimin tarafınızca desteklenmediğini,sizin deyişinizle "sıkıntılı" olduğunu öğrendim.Eğitime destek vermiyorsunuz,homeoffice projelere sıcak bakmıyorsunuz,webtasarımı-yazılımlarına geri ödeme yapmıyorsunuz.Siz hangi çağda yaşıyorsunuz kuzum?

Bu yazıyı okuyan girişimci arkadaş;
İş fikrini hayata geçirecek,idame ettirecek yeterli finansmanın var mı?
İş fikrin imalat,üretim,istihdam üzerine mi?
Hiç düşünme hemen işini kurmaya bak.Projeni hazırla,Kosgeb'e başvur.Projen büyük ihtimal kabul edilecek.İşin de paran olduğu için nasılsa dönecek.Kosgeb'den gelme ihtimali olan paraya ihtiyacın yok,gelirse sürpriz olsun.İhtiyacın olan tek şey sertifika.O da benden sana hediye olsun.Nasılsa benim işime yaramıyor!

Cumartesi, Ağustos 04, 2012

Tatil anektodları 1

Marmaris-Turunç
Gezi bloggerı olmak isterdim ama tek tipte yazılar yazmayı beceremiyorum.Herşeyden biraz denemeyi seviyorum napalım.
Yaklaşık 1.5 hafta oldu biz Marmaris'e gidip geleli.Uzun süre Muğla'da yaşadığım için benim memleket sayılır oralar zaten.Senede birkaç kez gidip gelmesem rutinim bozuluyor.Bu yaz da gittik,hasret giderdik..En yakın zamanda da Selimiye'ye gitmem lazım,özledim.

Oğlum yüzmeyi öğrendi neredeyse.Önemli olan seyirci.Seyircisi varsa yapmadığı şaklabanlık kalmıyor kuzumun.Dubaya çıkıp atlıyor,su kaydıraklarından kayıyor.Yeter ki birileri "aa bak bebek nasıl yüzüyor?" deyip bizimkini göstersin:)Ya Rock şarkıcısı olacak ya da grupta enstrüman çalacak bence.Seyirci,sahne,alkış dayanamadığı şeyler.Kalabalığı görünce de sahneden kollarını açıp kendini izleyenlerin üzerine atıyor!

Sapphique okundu sonunda!

Tatil dinlenmek,stresten uzaklaşmak anlamına gelse de hayatımda 2. kez bir tatilde turistlerle kavga ederek sakin günlerime adrenalin pompaladım.İlki sanırım yedi-sekiz sene önce Antalya'daydı.Ben tavla oynamayı çok severim.Kaldığımız otelde otele ait iki tavla vardı.Biri elden ele dolaşırken diğeri bir rus turist çiftin tekeline girmişti.Biz ilk gün sadece durumu gözlemleyip,elden ele geçen tavla için sıra almaya çalıştık.Sıra almak diyorum çünkü herşey dahillerde sıra beklemek rutin birşey bilindiği üzere.Neyse,ikinci gün baktık bir tavla olduğundan talep de çok,diğeri adamlar havuzda,denizde yüzerken bile onların çıkmasını bekliyor,bu ne rahatlık böyle diyerek ruslar yüzmeye gittiğinde aldık ve oynamaya başladık.Bunlar havuzdan döndüklerinde tavlayı bizim oynadığımızı farkedince bir kavga kıyamet kopardılar.Onlar rusça bağırıyor,ben ingilizce karşılık veriyorum:)Anladığımdan değil tabi dillerini ama beden dili evrensel:)Sonra oyunumuz bitince tavlayı önbüroya götürüp teslim ettik,yaşadığımız tartışmayı da anlatarak.Tabi otel yönetimi maalesef kan çıkıncaya kadar müşteriler arasında pek taraf tutmamaya çalışıyor ama tarafsız durmak da taraf olmaktır aslında ya neyse.Bu felsefi düşüncelerimi kendime saklayıp pek yakında(dün) yaşadığım ikinci kavgayı anlatayım.

Bu kez kaldığımız otel Marmaris'te bir zincir oteldi.Biz isme aldanıp belli bir standarda sahip olduğunu düşünerek gittik ama gittiğimiz yer 5 yıldızlı otel değil belediye havuzuydu!Metrekareye 10 insanın düştüğü,şezlonglar arasında adım atabilecek genişliğin kalmadığı,havuzda bırak kulaç atmayı,tenin tene değmediği bir boşluğun kalmadığı bir yer hayal edin.Deniz suyunun bulanık olduğunu bilirim de hiç bulanık,dibi görülmeyen havuz görmemiştim,gördüm.Böyle bir yerde elbetteki hijyenden falan da bahsetmeye gerek yok.Allah kloru bulandan razı olsun ne diyelim!Neyse sadede geleyim.Biz şezlong bulamadığımızdan atıştırma barındaki sandalyelerde kuşlar gibi tünedik.İnsanları milliyetlerine göre yargılamam ama yabancılar tatilde ülkeme geldi mi kendilerini buraların hakimi gibi görmüyorlar mı bu beni çıldırtıyor.Burada yaptıkları taşkınlıkları ülkelerinde yapsınlar sıkıysa bakalım.Neyse,bak sinir katsayım yükseldi yine...


Biz 3 kişi masada oturuyoruz.Bir sandalyeye de eşyalarımızı koyduk.Yere koymak mümkün değil çünkü yere terliklerle bile basmaya iğreniyoruz,atıştırma barı dedim ya düşünün işte...Arka masamızda yüksek sesli bir ingiliz grup oturuyor iki bayan ve sayamadığım sayıda çocuktan oluşan.Çocuklardan büyük olan iki tanesi(yaşları 8-13 arasında tahminen,tipleri itibariyle Dolph Lundgren gibi olan) çantamızın olduğu sandalyeyi gösterip ingilizce "sandalyeyi alabilir miyiz?" diye sordular.(Buraya kadar herşey iyi-hoş,ama şezlongları,şemsiyeleri,üstüne de sandalyeleri işgal etmek mi yoksa şezlong,şemsiye bulamadığı için sandalyeye mecbur kalmak mı?)Biz de alamayacaklarını söyledik.Sen misin hayır diyen,büyük oğlan çantalarımızı alıp bize fırlattı ve sandalyeyi alıp götürdüler, bizim ne olduğuna anlam vermeye çalışan açık ağızlarımıza bakarak.Biz  şaşkın şaşkın bakarken dönüp bir de el hareketi yapmasınlar mı veletler?O sırada anneleri de gülerek bizi izliyor.Şaşkınlığımı atınca eşime dönüp "ee ne yapıcaz bu hareket karşısında?" diye sordum.O da sinirinin yatışması için süre istedi:)Bu arada etrafımızda olayı izleyen birsürü de insan var.Türk olanlar bizim gibi sinirden köpürmüş vaziyette,bize gaz veriyorlar.Benim oğluşum bu arada sandalyesinden inip koşturmaya başladı.Ben de peşinden koşarken az ilerde gözleme açan bayanla bizim sandalyeyi alan çocuğun bağrıştığını gördüm.Çocuk kadına birşey fırlattı,kadın da oklavayla çocuğun üzerine yürüdü.Bir süre sonra biz masaya dönünce eşimin sandalyemizi geri aldığını ve bir sözlü münakaşanın başladığını gördüm.Eşim çocuk kalkınca sandalyesini gidip almış,anneleri bağırmaya başlamış,eşim cevap vermiş vs.Ben de olaya dahil oldum kadına bir-iki çift laf ettim.Ama tam sokak kavgası gibi çocuklar ingilizce küfür etmeye başladı,anneleri n ne dediği anlaşılmıyor..Ben bizi şikayet etmelerini söyledim.Garsonu çağırıp şikayet ettiler.Garsona eşimin çocuğu dövdüğünü söylemesinler mi?Tam çaçaronlar yani.Biz yok öyle birşey,herkes şahit dedik.Etraftakiler de şahitlik etti ama ben eşimi zor tutuyorum.Eşim "madem böyle söylüyorlar döveyim de yalan olmasın" diyor.Biz bir süre sonra bu strese dayanamayıp odamıza çıktık.Çıkarken de acenta görevlimize şikayette bulunduk tabii.

Akşam yemekten sonra cafe kısmında otururken bu holigan tipli veletler göründü yine.Bizim masamızdaki sandalyeye tekme attı,eşime ve yanlışlıkla o sırada eşimin arkasında duran adama dirsek attı.Eşime fırsat kalmadan adam bu sefer çocukla ve hemen koşup gelen annesiyle tartışmaya başladı.O sırada biz bu sefer önbüroya gidip şikayet ettik.Artık o veledin oğluma bir zarar vermesinden korkar oldum ne yalan söyleyeyim.Müdür'ler çağırıldı.Aile çağırıldı.Resepsiyon önü ana-baba günü oldu bir anda.Bunlar nefes almadan habire birşeyler söylerken ben müdüre şikayetimi yaptım.Başka bir kadın tesadüfen oradan geçerken yanımıza yaklaştı,ben de şikayetçiyim bu çocuktan diye.Meğerse kabadayılıkları sadece bize değilmiş.Gözlemeci bayan da şikayetçi olmuş...

Bu olaydan sonraki gün zaten otelden ayrıldık.Ama gözüm her an bu tipleri aradı,gördüğümdeyse savunma haline geçtim o gün.Diyeceğim şu ki bu bir dinlence miydi,cansıkıcı bir kamera şakası mıydı bilemedim.
haftaya bir daha tatile çıkacağız.Yabancılarla yine,yeni bir tartışma yaşamadan dönmeyi umuyorum.


Cuma, Ağustos 03, 2012

Acaip sorular


Deeptone için...



Mim'in başlığı acaip sorular ama hayatında envayi çeşit acaip soru görmüş biri olarak pek de yadırgamadım soruları,hemen yanıtladım.Siz bir de MMPI testini olun da görün acaiplik ne demek...:)

Çaresi bulunmayan bir hastalığa yakalandınız ve bunun sonucunda yaklaşık 1 yıllık ömrünüzün kaldığını öğrendiniz. Kalan 1 yılınızda ne yapardınız ?
Önce oğluma benden sonra kimin bakacağını tayin ederdim.Yani zaman zaman her annenin düşündüğü,kabusu olan bir sorudur bu ama böyle bir durumda daha ciddiyetle üstünde durulması gerekecektir.Kimi düşünsem beğenmezdim ama mecbur kalacağım için birini seçerdim ve sıkı sıkı nasıl bir çocuk olduğunu anlatıp yapılması gerekenleri tembih ederdim.Biraz kontrol takıntısı var sanırım,benden sonra herkesin hayatının nasıl devam etmesi gerektiğini tasarlar,tek tek herkese dikte ederdim herhalde.ooff düşünürken bile ruhum daraldı...
Fobileriniz , takıntılarınız var mı ? Varsa neler ?
Yukarıda da belirttiğim gibi kontrol takıntısı olabilir bende.Yani herşeyi planlıyorum.Kendim dışındaki insanların da yaşamlarını planlıyorum.Belki hep böyle yapmak zorunda kalmış olmam nedeniyle alışkanlık olmuştur kimbilir.Bir de mükemmeliyetçilik var ki hep en iyisi derdim,tasam.Zor,yorucu...Fobim yok ama.Herkesin fobisi olan şeyler benim ilgi alanım.Mesela böcekler..Çok severim!
Bir sabah kalktınız ve dünyada hiç bir insan olmadığını öğrendiniz, ne yapardınız ? 
Sanırım buna hiç inanmazdım.Dünyada biryerlerde birilerinin benim gibi hayatta olduğunu düşünür ve o kişiyi arardım.Umut dünyası...
Dünyayı dolaşmak isteseniz hangi ülkeden başlardınız ? Neden ?
Tüm dünyayı dolaşacaksam mantık olarak en yakından,komşudan başlamak lazım.Ben sadece batı yerine doğuyu tercih ederdim sadece.Doğunun mistizmini en kısa sürede tanımak,görmek için önce İran'dan başlardım.Doğuya devam edip,Yunanistan'dan tekrar ülkeme geri dönerdim.
İtiraf edin prens/prenses e dönüşür diye kaç kurbağa öptünüz ?
Masallara inanmayı bırakalı çok oldu.Öptüğüm kurbağaların hiçbirinin prens olmayacağını biliyordum.Ben beni sevmelerini sevdim hep.
En son yaşadığınız küçük düşürücü , unutamadığınız olay ?
Blogumda da taslak olarak bekleyen,pek yakında yayınlayacağım bir ingiliz aileyle tartışmamız son dönemde durup durup aklıma gelen bir olay.
Asla yanınızdan ayırmadığınız 3 şey ?
Cüzdan,anahtar,telefon(çok sıkıcı di mi,keşke sayı fazla olsaymış)
Hayatınızın bir kitap/ film olmasını isteseydiniz hangi kitap/film olmasını isterdiniz ?
Rus edebiyatından olsun.Anna Karenina mesela.Ya da bir Reşat Nuri Güntekin karakteri,Kınalı yapıncak...
En yakın arkadaşınızın bir uzaylı olduğunu ve sizi ilk denek olarak kendi gezegenine götüreceğini öğrendiniz, ne yapardınız ? 
Hiç düşünmez onu takip ederdim.En yakın arkadaşım öl dese ölürüm,canım benim..
İsviçreli bilim adamları görünmezlik hapını buldu ve siz bu hapı kullanan ilk kişisiniz. Hapı kullandıktan sonra yapıcağınız ilk şey nedir? 
Beyaz Saray,Nasa,Cia gibi dünyayı yöneten ve gizli sırlar barındıran yerlere girer,komplo teorilerinin ispatlarını arar,bulurdum.

Benden bu kadar.Soruları acaip bulanlar cevap versin ben de merakla okuyayım:)

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...