Social Icons

Perşembe, Mayıs 31, 2012

Kocam duymasın!

İşte yine kutsal topraklardayım! Allahtan ortadoğu kadar uzak değil de sık sık gelebiliyorum.Kocamın toplantısı olsun da ben de kaçıp gelebileyim diye fırsat kolluyorum hatta buraya.

"Sevdiğim erkek neredeyse ben de orada onunla mutlu olabilirim." diyecek kadar ilerigörüşü düşük biri olarak senelerdir başka bir şehirde yaşıyorum.Mutsuz değilim ama mutlu muyum diye kendimi sorguluyorum. Kendimden daha kötü durumdaki birilerini düşünüp şükrediyorum.Bu durumda bu mutluluk sayılır mı?

Buraya geldiğimde hala evime gelmiş gibi hissediyorum.Yaşadığım yere dönünce de geçici ikametgahıma gelmiş gibi.Halbuki kocam orayı da seveyim diye neler yaptı.Ben de zorladım kendimi.Olmayınca olmuyor demek ki.
İnsanın doğup büyüdüğü,tüm geçmişinin,anılarının olduğu,pekçok sevdiğinin yaşadığı yer "ev" olsa gerek.Bir hayırlı sebep olsun ben de evime döneyim...Olmazsa da canımız sağolsun, çok şükür.



Bir teşekkür yazısıdır.

Sevgili MahzunPrenses,

Dün hediyelerin elime ulaştı.Nasıl sevindiğimi görmen gerekiyordu.Bu tarz bir sevinci en son ortaokul yıllarımda mektup arkadaşlığı yaptığım birinin mektuplarını alırken yaşamıştım.Birbirini hiç tanımayan iki insanın birşeyler paylaşabilmesi bana hala insan olduğumuzu ve dünyada iyilik-umut gibi kavramların varolduğunu hatırlatıyor...

Bunlarla birlikte göndermiş olduğun kitap bir harika!Hemen kendini okutmayı başardı akıcı dili ve leziz tarifleriyle.Süpriz hediyeler için de ayrıca minnettarım.

Ben de umarım blogumun çocukluk yaşlarını görür ve bu güzel paylaşımı devam ettirebilirim.

Her daim okuyucun,

EİS

http://mahzunprenses.blogspot.com/2012/05/iyi-ki-dogdun-yazisi-ve-cekilis-sonucu.html


Pazartesi, Mayıs 28, 2012

Bütün fikir insanlarına...

Başarının ilk evrensel yasası:.....birincil neden zihindir.Her şey bir fikirle başlamalıdır.Her olay,her koşul,her şey ilk önce zihindeki bir fikirdir. 

 Robert Collier


Kafayı izleyici ile bozan blog yazarı-Sonuç


Geçtiğimiz 3 gün boyunca biraz gergin,biraz heyecanlı bir bekleyiş yaşadım.Defalarca yazdım,defalarca sildim.An itibariyle kendimi ifade etmekten vazgeçip sadece bu yayının ne kadar amaca hizmet ettiğini açıklamaya karar verdim.Herhangi bir yorum yapmadan sadece rakamları veriyorum:

Yayının linkini weblog sözlük,facebook,google plus ve twitter'da verdim.

3 günlük sayfa görüntülenme sayısı 108.(En çok görüntülenen yayınım bugüne kadar 36 kez görüntülenmiş.)
3 günde katılan izleyici sayısı 7.
Trafik kaynakları 21 weblog sözlük, 14 twitter, 6 google plus ,8 facebook, 6 da random diyebiliriz.

Sadece şunu söyleyebilirim kişisel görüşüm olarak: Ben amacıma ulaştım.Hiçbir izleyici katılmayabilirdi de.Ama yazdığım şeyleri birilerinin okuyup olumlu ya da olumsuz geribildirimde bulunması benim hedefimdi.
Dolayısıyla yazının bundan sonrası ilgilenmeyenler için sıkıcı olabilir ama benim mutlaka yazmam gerekiyor...

Yayınımı retweet yapan mystic dawn (http://cafemystic.blogspot.com/); değerli yorumlarını benden esirgemeyen ipekböceği (http://ipeksi.blogspot.com/),Cessie (http://paraseninjoe.blogspot.com/), Selin Eski (http://hernehikmetse.blogspot.com/), Fayda burada (http://faydaburada.blogspot.com/),Mahzun Prenses (http://mahzunprenses.blogspot.com/) ve Biricit (http://biricitinyeri.blogspot.com/); sesime sessizce kulak veren Nazlı (http://yemekcininmekani.blogspot.com/) ve şanslı kedi (http://sansli-kedi.blogspot.com/)  hepinize ilginiz ve görünmez olmadığımı gösterdiğiniz için çoook teşekkür ederim.

Cuma, Mayıs 25, 2012

Kafayı izleyici ile bozan blog yazarı




Sır mı istiyorsunuz?İşte size sır!

Sonunda kocam da her gece bilgisayar başına geçip bloga vakit ayırmamdan şikayetçi olmaya başladı.Artık hemen her gece bu konuda bir-iki laf sokuyor,bense her seferinde kendim için birşeyler yapmamdan şikayetçi olup olmadığını sorguluyorum.



Gerçekten de bu blog uzun süredir yapmak istediğim birşeyin hayata geçmiş hali ve benim için bir hobi.Bütün görevlerimden sıyrılıp kendimle baş başa kalabildiğim "özel" bir alan.Başlangıç noktam burası.
Ancak tek amaç içimden geçenleri yazıya dökmek olsaydı word sayfasını açar oraya yazardım.İstediğim birileri ile paylaşmaktı aynı zamanda.Fakat birkaç blog denememde haftalarca 0 izleyici ile devam edince bu işin bir püf noktası olması gerektiğine inandım.


Öncelikle iyi,ilginç ve dikkat çekici birşeyler yazmam gerekiyordu.Yani kendimi memnun ederken başkalarını da memnun etmeliydim.Sonra beni izleyecek birilerini bulmam gerekiyordu.Bunun için önce beni destekleyeceğine ve olumlu katkı sağlayacağına inandığım birilerine blogumu duyurmalıydım.Bu konuda da facebook ve yakın çevrem bana yardım etti.Bunlarla birlikte bloguma girdiklerinde biraz etrafı karıştırmalarına,tekrar girmeleri için bir sebep oluşturmaya yönelik birşeyler yapmam gerekti.Blogger bu konuda da çeşitli yönlendirmeler yapıyordu zaten.Ayrıca izlediğim bazı bloglardan da ilgi çekici araçlar bulup kendime uyarladım zamanla.

Fakat bütün bunlara rağmen -yaklaşık 3 ayın sonunda- izleyici sayım hala 17! Bunun 5-6 tanesi  hatır-gönül izleyicisi.Yorum sayı ve yapanlara bakıldığında durum ortada zaten.Bu da demek oluyor ki bu işin püf noktası başka!!?

Şimdi bu noktada konuyu biraz değiştiriyorum.Biraz da başkaları napıyor ona bakalım:
Öyle bloglar gördüm ve takip ettim ki kimisi sadece moda-stil sayfalarından alıntılar yaparak,kimisi sadece ergen bunalımlarını yazarak,kimisi ise gerçek hayatta gösterip vermeyen tiplerin taktiğini sanala uygulayarak 1000'in üzerinde izleyici sayısına ulaşmış.Bunların dışında başarılı olanlar yok mu?Var elbette.Ama daha makul sayıda izleyicileri var ve çok uzun süredir buralarda takılıyorlar.

Dönelim tekrar bana.Ne kadar çok blog takip edersem,ne kadar çok post'a yorum yaparsam buradan birşeyler yakalayabilirim düşüncesiyle (ki doğru bir yaklaşım olduğunu aynı isimleri her yerde gördüğümden anlıyorum) gördüğüm her bloga damlamaya başladım.Bu da bana 4-5 isim kazandırdı.

Bu da yetmedi,websözlükle tanıştım.Bloggerların çoğunlukta olduğu bir sözlük olarak,bloggerların biraraya toplanmasını,tanışmasını vs. hedeflediği yazıyordu.Gerçekten de biraraya toplanmış bir grup var.Körler sağırlar birbirini ağırlar hesabı isimsiz bu grup üyeleri birbirlerinin reklamlarını yapıyor,takip ediyor,öneriyor.Bunun dışındakiler için ya şans gerekiyor ya da gerçekten birilerinin dikkatini çekmek."Arkadaşım bir bakın,iki okuyun,sizin önerdiklerinizden belki fazlam bile var" diyesiniz geliyor ama adınız eziğe çıkmasın diye gurur yapıp bekliyorsunuz.Ta ki bir gün "yeter ulen,burası benim özel alanım,istediğimi yazıp,istediğime saydıramayacaksam ne işim var burada?" deyinceye kadar.

Daha da yazayım mı?
Facebook'da bloggerlar için açılmış sayfaları beğendim.Makaleni paylaş,izleyicini arttır diyenler nereleriyle gülüyorlar şimdi bilmem.

Bu kadar saydırmışken şimdi bu postu saydırdığım yerlere koyup 3 gün bekliycem."Bir blogger kafayı izleyici edinmekle bozmuş" , "özgün ol kardeşim, izleyici zaten gelir" , "başkaları için değil kendin için yaz" , "sen diğerleriyle kendini mi kıyaslıyorsun zuhahaa" , "aa gerçekten farketmemişim" , "farkındayım ama sana kılım,görünmezsin,görünmez kal" diyen birileri çıkacak mı bakalım?




Sonra ne mi olacak?Bekleyip görücez...3 gün sonra...


Perşembe, Mayıs 24, 2012

Anam beni iskender ustası doğurmuş!


Bu ne perhiz bu ne iskender kebabı diyebilirsiniz ama dün kendimizi ödüllendirdim.Bu bol kalorili yemekten önce spor,yemekten sonra spor yaparak durumu dengelemiş olmayı umuyorum.

Ama benzeri durumlar çok sık yaşanıyor olsa gerek, bizim kilo verme hızımız bir kaplumbağanın  otobandan sağ salim geçme hızıyla benzerlik gösteriyor.




Bu arada Gizem Özdilli yemek kitabı çıkarmış.Yemek demişken yazmadan geçemedim.Hal böyleyken pekçoğumuz içtenyanmalı motorlar hakkında birşeyler yazacak kadar fikir sahibi olabiliriz diye düşünüyorum.
(Hasedimden çatlıyor muyum ne?)


Gizem Özdilli nin yemek kitabı herkesi fethedecek!..

Son olarak da  Regaip kandiliniz mübarek olsun efendim...

Çarşamba, Mayıs 23, 2012

Nikon kazanmak için...


Fotografium Nikon D3200 Profesyonel Fotoğraf Makinesi Hediye Ediyor. Siz de katılın Nikon D3200Lowepro Çanta (DSLR Video Fastpack 250 AW Sırt Çantası) ve Slik Tripod (Slik 500DX Tripod) kazanma şansı elde edin.
http://goo.gl/ciXjD?ref=1096 adresini ziyaret ederek detaylı bilgi alabilirsiniz.

Günahsızlar

Dün oğlumla çocuk parkında oynarken bir bağırış sesi duyduk.Salıncakların başında bir kadın ve bir adam tartışıyorlardı.Kadın çocuğuna sarılmış"ama bu çocuğun günahı ne?yazık değil mi çocuğa?ne biçim adamsın?" derken adam da kendi çocuğunu salıncağa yerleştirmeye çalışarak "sen de çocuğuna sahip çık,yüzünü gözünü kapatmayı biliyorsun ya, konuşturma beni" diye karşılık veriyordu.Anlaşılan çocuklar bir sebepten-muhtemelen salıncağa kim binecek? sebebiyle-kavga etmişler,büyükler de bu kavgaya taraf olmuşlardı .Adam çok büyük bir öfke içinde daha fazla parkta durmadı ve gitti.Ama giderken bağırarak kadına hakaretler savurdu.Bu hakaretler de anneliği ya da çocuğu hakkında değil kadının görünümü ile ilgiliydi.Evet,kadın kara çarşaflıydı ve sadece gözleri görünüyordu.Hatta oğlum da böyle biriyle ilk kez karşılaştığı için olsa gerek ilk gördüğünde kadının karşısında durup uzun uzun incelemişti.Ben oğlumun peşinde koşturduğum için olaya müdahil olamadım ama çocukların kavga sebebini bilmememe ve kadınla çok farklı hayat görüşlerine sahip olmama rağmen önce bir insan,sonra bir anne olarak kadının şu sözlerine hak vermemek mümkün değildi:
"ama bu çocuğun günahı ne?"

Bu olay bana lise 1. sınıftaki fizik öğretmenimle yaşadıklarımı hatırlattı.Kadın son derece bilgili bir fizikçi olmasına rağmen(sonradan ODTÜ mezunu olduğunu bile öğrendim.) öğretmenlik vasıflarına pek fazla sahip olmaması sebebiyle öğrencilerin saygı duymadıkları(saçlarını boyatıp sınıfa ilk girdiğinde "eşeğe altın semer takmışsın yine eşek kalmış" diyecek kadar),dersinde her türlü haşarılığı ve aşırılığı yaptıkları biriydi.Benim de en haşarı olduğum o yıl kadının dersini hiç dinlemez ve bunu da saklama gereği duymazdım.Hatta aleni bir şekilde kadın sırtını döndüğü anda sırf sınıftaki uğultu daha da artsın diye elimizi hoparlör yapıp "lülülülülü" diye bağırırdık.Bir süre sonra o da bizi susturmaya çalışmaktan vazgeçti,sessizce dersini anlatıp gitmeyi tercih eder oldu.Ama bu arada taş olsa çatlar hesabı arada bir "sessiz olun,susun" diye sesini yükseltiyor( sesini yükseltiyor diyorum çünkü bağırıyor denilemeyecek kadar pasifti) ve belli bir-iki kişinin ismini telaffuz ediyordu.Bu bir-iki kişinin biri de bendim.Adımı ezberlemiş gibi her uğultuda "ebru sus"derdi.Halbuki o sırada sınıf toz-dumandı ama sanki bütün gürültüyü ben yapıyormuşum gibi hissettirirdi bana.
Durum böyleyken tabii ki sınavlar da kötü geçiyordu ve fizik dersini anlamamaya,sevmemeye başladım.en çok da öğretmeni sevmiyordum.Her akşam evde anneme şikayet ederdim şöyle beceriksiz,böyle başarısız diye.Annemle birlikte kardeşim de bu konuşmalara kulak misafiri olurdu.O sırada erkek kardeşim ve bu öğretmenin kızı aynı anaokuluna gidiyorlardı.Meğerse kardeşim ben evde her şikayet edişimde içten içe kadına bilenirmiş.Bir gün okuldan eve geldi ve "bugün (öğretmenin kızını işaret ederek) onu dövdüm.Duvara sıkıştırdım ve senin annen benim ablama niye 5 pekiyi vermiyor diyerek saçını çektim" dedi.Ben gülsem mi ağlasam mı bilemedim.Kardeşimin bu korumacı tavrı gururumu çok okşamış olsa da haddini biraz aşmış bir durum sözkonusuydu ama kulağımın üzerine yatmaya karar verdim.
Derken karne zamanı yaklaştı.Benim fizik notlarım oldukça düşüktü,öyle ki bırakın takdir-teşekkür almayı, ilk kez sınıfta kalma ihtimalim vardı.Kara kara ne yapacağımı düşünürken yine bir fizik dersinde (artık sene sonu yaklaştığı için ders işlenmeyip serbest geçen bir ders) öğretmen beni masasına çağırdı.Notlarımın geçmeme yetmediğini gösterdi önce ve ardından bana kardeşimin olayından haberdar olduğunu göstermek adına kendi kızının eve nasıl ağlayarak gittğini anlatıp " benim çocuğumun ne günahı var?" diye sordu.Başımdan aşağı kaynar sular döküldüğü,yer yarılsın içine gireyim dediğim dediğim anlardan biriydi bu.Gerçekten de çocuğun hiçbir günahı yoktu ki.Sonra benim mahcubiyetimi ikiye katlayacak bir büyüklük yaptı ve bana kanaat notu kullanıp beni geçireceğini söyledi.Herşeye rağmen..O gün kendisine aylardır duymadığım saygıyı bana olgunluğuyla öğretti.
Bugün kendisi aklıma gelince ilk önce bu olayı sonra da o dönem yaptığımız haylazlıklarla ne kadar çok eğlendiğimizi hatırlıyorum.
Ben de çocuktum aslında,ne günahım olabilirdi ki?

Salı, Mayıs 22, 2012

Küçük Peppem Keloğlan oldu

Bizim zamanımızda Tweety'ler ,










  Tom ve Jerry'ler,











Mickey Mouse'lar,










Bugs Bunny'ler,










Tasmania Canavarları 










vardı.Clementine'i söylemiyorum  bile,hala müziği kulaklarımda tüylerimi ürpertmeye yetiyor:)Günümüzdeyse bir Peppe çılgınlığı almış başını gidiyor.Tabii bizim ufaklık yaşı gereği henüz Peppe sevdalısı ama yaş büyüdükçe Ben 10'ler  vs. başlayacak.



Yeri gelmişken,geçenlerde bir arkadaşın evine gittik.Oğlu tam bir çizgi film karakteri:) Kendini süper kahraman zannediyor.Sırtında 2 kolu daha olduğunu,yemek yerse o kolların büyüyebileceğini; boş havuza atlarsa çakılmadan uçabileceğini falan sanıyor.Bu şekilde birkaç vukuatı da olmuş tabii.Bizim yanımızda da, eve dönmemize birkaç saat kala, topun üzerine çıkıp "baba bak Ben 10 gibi nasıl çıkıyorum?" derken düşüp kolunu çıkardı.Apar topar hastane,acil servis,çığlık,kıyamet derken neyse ki ameliyata gerek kalmadan kolunu taktılar yerine.Ama burnumuzdan geldi tabii son dakika.Bu arkadaşla da biz birbirimize pek yaramıyoruz ya neyse, bu başka bir post konusu olur...

Ne diyorduk?Ha evet Peppe sevdalısı bizimki.Bazen sabaha karşı 4-5 gibi uyanıp televizyonu açmaya çalışıyor gözleri yarı kapalı bir halde.Ki ben -mükemmeliyetçi anne- televizyon izlemesine karşı olmama rağmen baba bir televizyon bağımlısı olduğu için çocuk da maalesef ister istemez televizyon batağına ucundan kıyısından bulaştı.Gerçekçi olmaya çalışıp ben de günde yarım saat kadar izlemesine izin veriyorum,yanında ben de otururken.Peppe allahtan masum bir çizgi film.Gerçi masum derken bugün şöyle birşey de (http://cafemystic.blogspot.com/2012/03/bilincalt-kodlama-ve-subliminal-mesaj.html) okudum, artık kendimden bile emin değilim.(Bilinçaltı mesajları arasında "benim annem bitanedir,canım annemdir" diye şarkılar söylüyor olabilir miyiz?)

Neyse yaa,yine dağıttım konuyu.Bizimki Peppe'nin folklor oyunlarına ve müziklerine hayran.Zaten daha doğmadan müzik dinleyen bir bebek olduğu için herhalde müziğe ilgisi oldukça fazla.O da Peppe ile birlikte dans ediyor, el çırpıp,tempo tutuyor,müzik başlayacağı zaman heyecanlanıyor,bitince alkışlıyor kendini.Ben de "Küçük peppem" diye hitap edince pek hoşuna gidiyor ya da bana öyle geliyor:)Fakat benim "küçük Peppem" dün itibariyle anne-babasının saç konusundaki anlaşmazlığına kurban gitti ve saçları 4 numara olacak şekilde kesildi.Artık kendisi bir ...


Ah benim keloğlum,keleş oğlum, ara sıra başını elliyor,bişeyler anlatmaya çalışıyor sanki saçlarım nerede der gibi:)2 yıllık ömründe hiç bu kadar saçsız olmamıştı.Neyse ki bu gibi durumlarda söylenen bir klasik vardır:
Nasılsa uzar,kökü bizde değil mi???


Pazartesi, Mayıs 21, 2012

weblog sözlük yazarı oldum! -öhm öhm

Ekşi sözlükle ilk tanıştığımda yazarı olmak istemiştim ama herkesi (yani o sırada herkes bendim) kabul etmiyorlardı,ben de sadece okuyucu olarak kalmıştım.Ama içimde o gün bugündür uktedir.Neyse ki blog dünyasında en yenisiyle tanıştım: http://weblog.sozlukspot.com/
Beni de kabul ettiler sağolsunlar.Bu sayede pekçok ilginç blogla tanıştım.Takip ettiklerimin listesini güncellemem gerekiyor bunu farkettim;)
Tek kötü tarafı bu kadar iyi kalemler,beyinler ve ürünler karşısında kendi blogumu fazla sıradan buldum:(
Weblog sözlük beni daha iyi olmaya zorlayacak gibi görünüyor!

İş görüşmesi maceralarım vol.2


                                                               Geçenlerde bir bayilik için yetkili kişiyle bir alışveriş merkezinde buluştuk.Gayriresmi bir görüşme olduğu için ben eşim ve oğlumla,adam da kızıyla gelmiş.Adamın kızı 6-7 yaşlarındaydı sanırım.(1.sır:yaş tahmin etme konusunda oldum olası kötüyümdür)Biz adamla konuşmaya başladık ama benim afacan oğlum her zamanki gibi kudurmaya başladığı için, eşim aldı onu, dolaştırmaya başladı.Adamın kızı da "baba ben de onlarla dolaşabilir miyim?" deyip eşim ve oğluma katıldı.Neyse biz görüşmeyi yaptık.İş her zamanki gibi benim düşündüğümden çok daha ayrıntılı,daha yüksek maliyetli vs. çıktı.Adam oldukça samimi itiraflarda bulundu ve benim aklıma bu işe girmeme konusunda ciddi şüpheler oluşturdu.Ben de sonuçta biraz düşünmek için zaman istedim ve ayrıldık.
Asıl enterasan olayı şimdi anlatıcam.Eşimle görüşmenin kritiğini yapmaya başlayacaktım ki eşim benden önce davrandı:
-Biz dolaşırken adamın kızı bana ne dedi biliyor musun?
-Ne dedi?
-"Benim babam bir dolandırıcıdır" dedi
-Neeee?Hadi canım!
-Vallahi öyle dedi,ben de şok oldum.
-Yok canım,senin gözün adamı tutmadı,bana böyle söylüyorsun.
-Ya hayır,gerçekten öyle dedi.Hatta "daha önce başkalarını da dolandırdı,babam çok yalan söyler " dedi.Ben de "Sen belki yanlış anlamışsındır,kem ,küm " dedim ama kız " bir keresinde evde otururken bir arkadaşı aradı,babam şu an meşgulum kaza yaptım falan deyip telefonu kapattı" dedi.
-...Dilim tutuldu,şaka gibi.
-Aynen öyle.Ben annen nerede diye sordum o da "Annem:"artık senin işlerine karışmak istemiyorum,ben gelmeyeceğim" dedi."diye cevap verdi.
-Vay be,örnek olay falan da anlatmış.Ama adam bana çok samimi davrandı.Hatta beni bu işe girmemeye ikna etti neredeyse.Yok ya,bence çok samimiydi,üçkağıtçı biri niye yapsın böyle?
-Belki de seni fazla saf buldu,senin bu işi kıvıramayacağını düşündüğü için seni dahil etmek istemedi...?
-...Yani bu iyi bişiy mi kötü bişiy mi?...

İşte böyle..Bu sohbet sonra bir çocuğun babası hakkında bir yabancıya söylediği böyle sözler üzerinde dönmeye başladı.Çocuk "doğru" söylüyorsa adam dolandırıcı,çocuk "yalan" söylüyorsa adam dürüst ama yalancı bir çocuğa sahip vs..Ne kadar acı diye düşündük.Ve ben hala adama güvenip bu işe girmeli miyim bilemedim deeeermişim.Ama gerçekten adam tekrar ararsa çocuğu hakkındaki bu gerçekleri adam bilmeli diye düşünüyorum yani anlatıp anlatmamalı mıyım bilemedim.(2.sır: olayın kendisi)

Tam da bu noktada durum bana eskiden okuduğum bir bilmeceyi* hatırlattı:

Bir adada iki tip insan yaşamaktadır. Doğrucular sürekli doğru, yalancılar ise sürekli yalan söylemektedir.
Bu adada yaşayan A’ya gene bu adada yaşayan B’ye gidip doğrucu mu yalancı mı olduğunu sormasını istiyorsunuz. A, sorup geliyor ve ”B, yalancı olduğunu söylüyor” diyor.

A yalancı mıdır, doğrucu mudur?



*Kaynak:  www.frmtr.com › Genel Kültür › Zeka Soruları & Bilmeceler

Incarceronomania

Okuduğum gelmiş geçmiş en iyi kitaplardan biri daha sinemaya aktarılıyor.Genellikle bilimkurgu,polisiye,gerilim tarzı kitapları sevsem de fantastik bir kitap olarak Incarceron da favorilerim arasına girdi.Kitabın devamını sabırsızlıkla beklerken filme çekildiğini okumuştum ki ilk fragmanını da yayınlamışlar.İşte o fragman:

Erkek başrol oyuncusu da bence cuk oturmuş bir isim-Taylor Lautner.
Hani bazı kitaplar vardır ya,okurken siz de anlatılanları birebir yaşarsınız,kitabı kapattığınızda bile gözünüzün önünde sahneler canlanmaya devam eder,gözünüzden uyku akarken bile biran önce uyanıp okumaya devam edebilmeyi umarsınız ya Incarceron da öyle bir kitaptı işte.
Tek korkum filme aktarılan bazı çok başarılı romanların okuyucularını hayal kırıklığına uğrattığı gibi bunda da benzer birşeyi yaşamak.Ama yine de 2013'ü iple çekiyorum...

Not: Emma Watson da muhtemel başrol oyuncuları arasında yer alıyordu ama değilmiş, ki bence o da çok yakışırdı:(

Pazar, Mayıs 20, 2012

İlk kez reçel yaptım!

Evet ben de yetişkinlik hayatıma,anneliğime,ev hanımlığıma,doğal beslenme akımına uygun şekilde en sonunda bizzat, kendim, ilk kez reçel yaptım.Hem de çilek reçeli!Fakat tabi ki korkumdan az bir miktarla başladım, malzememe yazık olmasın diye.Ufak bir kavanoz ancak dolacak ve muhtemelen en geç 1 ay içinde tükenecek.Olsun,açılışı yaptım ya, bundan sonra herşeyin reçelini yaparım ben:)İşte şahanem:


Cumartesi, Mayıs 19, 2012

Aşkın ölümü


Evlilik aşkı öldürürmüş,yalan!Aşkı öldüren aileye katılan yeni bireydir.Bu bireyle birlikte karşılanamamaya başlar tüm temel ihtiyaçlar.Yemek aceleyle,doymak için yenir;uyku fırsat buldukça,bölük-pörçük uyunur;rüya görülmez senelerce-görülse de hatırlanmaz -;tuvalet ihtiyacı bekletilir,kaçırmaya yakın yapılır aceleyle,bazen çocuk kucakta;banyo yapmak için eskisinin aksine evde başka birilerinin bulunması beklenir ki çocuğa bakacak birileri olsun...Zaman gelir tartışma bile yapılamaz eşler arasında yorgunluktan,ne kafa dinlenir tek başına ne sinemaya gidilir birlikte.Hal böyleyken, kişi en temel insani ihtiyaçlarını bile karşılayamazken, aşk da olmaz elbette.

Bir aşk ölür her yeni bir bebek dünyaya geldiğinde...

Cuma, Mayıs 18, 2012

Mim'lenesim var

Blog sevdam başlayalı birkaç ay oldu ama takip ettiğim blog yazarlarında dikkatimi çeken "Mim" olayı nedir tam anlamıyla kavramış değilim.Mim nedir,nasıl yapılır,kim,kime yapar vs.?
Bilenler bilmeyenlere anlatsın bir rica bin zahmet..

Uyuma pozisyonları



Oğluşum artık kendi odasında,kendi yatağında tek başına yatıyor.Darısı yukarıdaki uyuma pozisyonlarından muzdarip herkesin başına!

Perşembe, Mayıs 17, 2012

Yaşam ne zaman biter?

                                          Gérard de Lairesse-Allegory of the Five Senses


Sorunun cevabını birçoğu üzerinde fazla düşünmeden verebilir ama gerçekten yaşamı yaşam yapan nedir aslında?
Peki bir ipucu vereyim: İlkokul çağında öğrendiğimiz şu meşhur 5 duyumuzu hatırlarsınız.Tüm duyularınızı kaybettiğinizi hayal edin.Duyamıyor,tadamıyor,koku alamıyor,göremiyor,teninizle hissedemiyor olsanız nasıl bir hayatınız olurdu?

Geçenlerde "Yeryüzündeki Son Aşk" adındaki filmi izledim.Orjinal ismi "Perfect Sense".İsminden de anlaşılacağı gibi bir aşk filmi olmasına rağmen klasik anlamdaki aşk filmlerinden oldukça farklıydı.Bir salgın nedeniyle insanlar duyularını kaybetmeye başlıyor.Böyle bir dünyada aşk hala devam ediyor.
Filmin bazı sahneleri inanılmaz etkileyiciydi.Mesela bazı duyularını zaten kaybetmiş durumdaki insanların görme duyularını da yitirmeleri durumunda nasıl yaşayacaklarını planlamak için gözlerini bağlayarak,ama bir insana tutunarak trenyolundan geçme alıştırması yaptıkları sahne ve tabi ki final sahnesi...

Biraz sabırlı davranın ve filmi izleyin derim;)


Çocuk sahibi olmaya karar verirken...

Henüz çocuk sahibi olmamış dostlarımın merak ettikleri üzere yazılmıştır...


  • Gecenin 3'ünde sebepsiz yere çocuğunuz ağlamaya başlarsa; tüm ihtiyaçları giderilmesine,sevilip okşanmasına rağmen susmuyorsa; onu sakinleştirmek için ne yaparsınız?
                  a.Yeter ki sussun,çocuk ne isterse yapalım. ( Komşular rahatsız olmasın yeter!)
                  b.Bırakalım ağlasın,nasılsa susacak. (aa,çatlıyor mu ne?)
                  c.Diğer (...)


  • Dolaşmaya çıktığınızda çocuğunuz sizin istediğiniz gibi davranmıyor,suyla,toprakla vs. oynamak istiyor,farklı yerlere gitmeye çalışıyor,zorladığınızda kendini yere atıp öfke krizi geçiriyor..
                    a.Onun da bir kişiliği var,saygı duyup,isteklerine uyalım. (Sizin kişiliğiniz,istekleriniz ?)
                    b.Bir daha onunla dışarı çıkmayalım. (Pppppff!nereye kadar?)
                    c.Diğer (...)


  • Çocuğunuz sebze yemeği yemek istemiyor.Onun yerine ekmek,pilav,makarna yemek istiyor..
                   a.Ne isterse yiyebilir,yediği yararmış.(Toprak,cam yiyenlere de karışmayalım o zaman!)
                   b.Sebzesini yiyinceye kadar aç kalsın.( Peygamber sabrı diye bişey duydunuz mu?)
                   c.Diğer (...)



Yukarıdaki örnekler benim bizzat yaşadığım( her anne gibi aslında) ve uyguladığım seçeneklerden bazıları.Bu seçenekler büyüklerimizden gördüklerimiz,kitaplardan okuduklarımız,internetten araştırdığımız,sağdan-soldan duyduğumuz farklı yaklaşımlardan oluşuyor.Hepsinin  parantez içlerinde de belirttiğim gibi avantajları gibi dezavantajları,uygulanabilirlikleri gibi imkansızlıkları da var.Tek bir doğru da yok.Farklı uzmanlar farklı görüşleri benimsiyor.Birbirlerine de çamur atıyorlar çaktırmadan ya da direkt: "O zaten çocuk psikiyatrı değil ki,pediyatrik nörolog!","Doktor bile değil,ne idüğü belirsiz"...Ama hepsinin buluştuğu ortak bir nokta var.O da şu: Anne-baba aynı yaklaşımı benimsemeli ve tek bir dilde konuşmalı.Yani İSTİKRARLI olmalı.

Dolayısıyla daha evlenmeden önce, en kötü ihtimalle çocuk sahibi olmaya karar verince bu sorular eşler arasında karşılıklı sorulmalı ve cevaplar değerlendirilmeli.Bu sayede eşin çocuk yetiştirme konusundaki yaklaşımını görüp belki de bunun  o an için doğru bir karar olmadığını bile görebilirsiniz.Ya da beraber nasıl bir yol çizmeniz gerektiğini kararlaştırırsınız ki bu da aslında en güzeli...


Pazar, Mayıs 13, 2012

Senin hayalin ne?

Josephine Wall Surrealism painting                                            

Kendimi bildim bileli hayal kurarım ben.Herkes kurar elbette ama ben gerçekten hayalperest diye tarif edilebilecek düzeyde kurar(d)ım.Son birkaç sene bu eğlenceli alışkanlığıma ara vermiştim ki beni yaratıcılığa teşvik eden dostum "can sıkıntısı" yeniden eski günlerime dönmeme sebep oldu.
Mesela çocukken bütün vücudumun içine ufacık insanların bindiği,seyahate çıktığı bir ulaşım aracı olduğunu hayal ederdim.Bir yere giderken insanlar içime binerdi,yol boyunca onlar için değişik yerleri görmeye çalışırdım.Yolculuk yaparlar ve benimle evlerine dönerlerdi.

Yine aynı yaşlarda -izlediğim bir dizi ya da çizgi film etkisinde sanıyorum- zamanı durdurabildiğimi hayal ederdim.Bu sayede istediğim zaman istediğim yere gidebilirdim hayalimde.Genellikle o dönemde yeni yeni açılan süpermarketlerden birine gider,gönlümün istediği herşeyi hiç para vermeden alabilirdim.
Bir başka hayalim barbie bebeklerle ilgiliydi. Okulun karşısında bir kırtasiye vardı ve vitrininde çeşit çeşit barbie bebekler,yine çeşit çeşit giysiler içinde dururlardı.Okul çıkışında kırtasiye vitrininin önüne gider dakikalarca bakar ve giysilerini ayrıntılarıyla zihnime kazırdım.Hayalimde iki kızkardeş barbie canlanırdı ve barbie evinde yaşarlardı.Onların günlük yaşantılarını hayal eder,ne zaman ne giyeceklerine karar verirdim.

Daha büyüdükçe bu hayalim beni gerçekte olan tek barbie bebeğime artık kumaşlardan giysi dikmeye yönlendirdi.Koca bir torba dolusu kıyafet diktim.Bebeğime çalışma masamda bir ev yaratıp hayalimi canlandırmaya başladım.Yatar,kalkar,yemek ,banyo ,spor yapar,alışverişe,sinemaya gider ve tabiki her yer için ayrı bir kıyafet giyerdi:)O günlere ait zihnimde bir sahne canlanıyor her seferinde: Ders çalışmam gereken yerde ben yine bebeğimle çalışma masasında oynuyorum.Radyo açık ve rahmetli Whitney Houston - I will always love you radyoda ilk kez çalıyor.Şarkı o kadar güzel ki o dönem hoşlandığım çocuğu hayal ediyorum dinlerken...Demek ki çocukluk hayallerim burada son bulmuş,gençkızlık hayallerim başlamış.

Sonraki dönemde hayallerim pekçok kızınki gibi erkekler üzerineydi.Çok sık aşık olduğum için çok da hayal kurardım.Radyoda Beyaz diye biri program yapmaya başlamıştı.Her gece yatağıma yatar,walkmanimi takar,Beyaz'ı dinlerdim.Bir süre Beyaz'a aşık kaldım.

Derken yazma sevdası başladı.Bolca şiir,biraz da kısa yazı,hikaye ve bir roman girişimi.Hayaller bunların üzerine olmaya başladı.Çok yakın arkadaşımla birlikte şiir yazar,yarışırdık adeta.Birbirimize yazdıklarımızı okur fikirlerimizi alırdık.Onunla şiir kitabı çıkarma hayalimiz vardı.Bu arada bilimkurgu romanları yazardım kafamdan.Konuları belirlerdim ama yazıya dökülmedi hiçbiri.Sadece bir aşk romanı başladım,30 sayfa sonra vazgeçtim.Şiir konusunda daha yetenekli olduğumu düşünmeye başladım.Şiirlerimi besteleyip şarkı yapmaya başladım ben de.Kaset çıkardığımı hayal ettim.(Bu hayalim hala geçmiş değil,çok param olursa sırf zevk için albüm yapacağım.)

Meslek konusunda da hayal kurdum yakın bir arkadaşımla.O resim yapmayı severdi, ben doğayı incelemeyi.Birlikte göl kenarında bir evde yaşadığımızı,onun göl kıyısında manzaranın resmini yaptığını,benimse göl suyundan numune alıp mikroskopta incelediğimizi hayal ederdik.Para kazanma derdimiz yoktu,ideallerimiz vardı.Nasıl gönülden istediysek o mimar oldu, ben biyolog:)

Daha büyüdükçe yalnız yaşamayı hayal eder oldum.Ailemden ayrı ama iyi para kazanıp,şık giysiler giyebileceğim,arabamın olduğu,kendi zevkime göre döşenmiş bir ev hayali..
Derken, evlenip 30 olmadan çocuk sahibi olmayı düşledim.İyi para kazanıp,şık giysiler giymenin,araba kullanmanın,ev döşemenin hayal olmaktan çıktığı anda üniversitede akademik kariyer yaparak,düşük gelirli fakat aile sıcaklığında bir evin daha huzurlu olacağı hayali başladı.

Büyüdükçe hayaller ne kadar genelleşip belirsizleşiyor.Çocukken o yaratıcı hayaller büyüdükçe yerini klişelere bırakıyor.İşte şimdi yeniden o çocuk günlerime dönüyorum ve uçuk hayaller kuruyorum.Hem zevk aldığım,hem iyi para kazandığım,hem çocuğuma baktığım,hem stresini evimin kapısının ardında bıraktığım bir iş düşlüyorum.Çooook fikirlerim var bu konuda.

Hayaller pembe olur,fikirler mor!

İntikamınızı soğuk mu alırsınız, ısıtalım mı?

İntikam soğuk yenen bir yemektir diye kim ya da neden soylemis bilmiyorum ama bence intikam karnın tıkabasa doymuşken gözünün yemeye doymadığı bir yemek.Son dönemlerde hissettiğim tam da böyle bir duygu çünkü..
Seneler önce yakın diyebileceğim biri tarafından tacize uğradım.
Aslında boşvermiştim bu duruma.Hatırlayınca hissettiğim şey acımayla karışık hafif bir tiksintiydi sadece. Ta ki facebookda kendisine rastlayıncaya dek.Dayanamadım, mesaj yazdım:
"Yaptığın herşeyi hatırlıyorum ve karşılaşacağımız anı sabırla bekliyorum.Bu dünyada ya da diğerinde.."
Bunun karşılığında ne yapsaydı hislerim değişmez ve yine umursamazdım bilmiyorum ama o beni engellemeyi,bana görünmez olmayı seçince içimdeki uyuklayan canavarı sopayla vurarak yerinden sıçrattı.
Ben de "karşılaşacağımız anı" "öbür dünyaya" bırakmamaya karar verdim.
Yakında babalar günü geliyor.Kendisini arayıp babalar gününü kutlamayı planlıyorum.Muhtemelen sesimi hatırlayamayacağı için kendimi tanıtmam gerekecektir.Öyle bir tanıtım yapmam gerekiyor ki o esnada yanında muhtemelen eşi,kızları,oğlu,torunları,gelin ya da damatları olması nedeniyle ne diyeceğini bilemesin,başından aşağı kaynar sular boşalsın.Yine muhtemelen var olan hipertansiyonu ya da diabet hastalığı kendisine fenalık geçirtsin ama ölmesin.Çünkü sırada daha ailesiyle yaşadığı eve yapacağım ziyaretin bilgilendirmesi olacak...

Buzzz gibi bir yemek , az sonra!

Cumartesi, Mayıs 12, 2012

Terbiyesiz:)

Uzun süredir bu kadar eğlendiğim bir parça olmamıştı!Klibi de izlerken dudak kenarlarımın yukarı doğru kıvrılmasına engel olamıyorum.Tavsiye ederim,enerji bombardımanı resmen...


Cuma, Mayıs 11, 2012

Fringemani

İzleyenler bilir Fringe adında bir bilimkurgu dizisi var.Sanırım 3 yıl oldu başlayalı,Lost henüz bitmemişti.Bu dizinin yapımcısı da Lost ile aynı yani J.J.Abrams denilen zat.Fringe Lost kadar izleyiciye ulaşamadı.Konusu çok daha karmaşık,daha bilimkurgusal ve muhtemelen Lost'un sonunu izleyenlerin "başlarım senin yapacağın diziye.." diyerek izlemeye başlasa bile devamını getirmediği bir dizi.Bense hala izliyorum çok büyük bir keyifle.Arasıra "alllam sanırım bunun da sonunu getiremiyecekler" diye korkuya kapıldığım olsa da, insanın başına ne gelirse meraktan hesabı,kendimi izlemekten alıkoyamıyorum.Ve an itibariyle 4. sezonun son iki bölümüne geldim ki bu son 2 bölümün adının Endgame part1 ve part 2 olduğunu görüyorum.Sanıyorum artık sonuna geldik..Tek dileğim noluurr adam gibi bitsin!
Bitsin ki sırada aynı J.J. the cool j.'in yeni dizisi Alcatraz var izlenmeyi bekleyen:)
Kaşınıyor muyum ne?

Fringe izle

Perşembe, Mayıs 10, 2012

İş görüşmesi maceralarım

   Bir zamanlar gittiğim iş görüşmeleri ile ilgili bir kitap yazmayı düşünmüştüm.Adı da "Bir iş görüşmesinde yapılmaması gerekenler" olacaktı.Gerçekten de iş görüşmelerinde ne yaparsanız işe alınmazsınız, karşı tarafın talepleri nasıl yanlış anlaşılır ya da karşılanamaz konularında kişisel gelişim kitabı yazıp, en azından edebiyat konusunda kendimi geliştirmeyi planlıyordum ki o sırada bir işe girdim.
Ama bir süre sonra yaptığım işten keyif almamaya başlayınca yine görüşmelere gitmeye başladım.Bu durum bende bir süre sonra alışkanlığa ve hatta biraz da saplantıya dönüştü.İş başvurusu yapmadan duramaz oldum.Çalışırken ya da iş ararken,kendi mesleğimde ya da farklı alanlarda hep arayış içinde olmaya başladım.Birkaç sene önce kariyer.net'teki başvurularıma bakmıştım da 200'ün üzerinde olduklarını görmüştüm.Bunların en az %10'una da görüşme için çağrıldığımı düşünürsek...Seneler içinde rakamlar da arttı tabi.Bir süre sonra farklı rollere bürünmeye başladım.Karşı tarafın beklentilerini az buçuk anlamaya başladım.Onların istediği kişi oldum aslında hiç alakam olmasa da.Ama tabii 2.ya da 3. görüşmelerde bir yerden açık veriyordum.Ya da klasik bazı insan kaynakları testleri var,onları ezberledim neredeyse.
"Aşağıdakilerden size uygun olan cümleleri en çok uyan 1,en az uyan 5 olmak üzere sıralayınız."
1.Evde kitap okumak yerine partiye gitmeyi tercih ederim.
2.İlk girdiğim bir ortamda kendimi çok rahat hissederim.
3.Benden farklı düşünen kişileri ikna etmeye çalışırım.
4.Kalabalık içinde olmaktansa kendi başıma olmayı tercih ederim.
5.Yeni insanlar tanımak bana kendimi güvensiz hissettirir.
Sonuç:
Dışadönük %90
Sosyallik %80
vıdı vıdı vıdı...
Eee ben kitap okumayı seven bir insanım ama asosyal görünmeyelim diye söyleyemiyoruz.İlk girdiğim ortamda da -mesela 3 aydır saçlarını yıkamayan tiplerin, ateş yakıp, gitar çaldığı biryere şıkır şıkır topuklu ayakkabılarım,fönlü saçlarımla girince - megalomanım ya, herkes bana bakınca mutlu olurum,hiç yadırgamam!
Bunlar tabii hemen öğrenilmiyor,bazı acı tecrübeler yaşanıyor önce.Acı derken daha çok trajikomik desem daha doğru olur.Mesela; aynı dönemde birçok ilana başvuru yapıp hangisine hangi pozisyon için başvurduğunuzu unutursanız,görüşmeye gittiğinizde nasıl davranmanız gerektiğini doğal olarak bilemezsiniz...

"Alo,merhaba ben X havayolu'ndan arıyorum,ismim bilmemne.Abuzittin mi pozisyonu için sizi görüşmeye çağırıyoruz."
Tam anlaşılamadığı için tekrar sorulur:
"Merhaba,hangi pozisyon dediniz?"
"Abuzittin mi?"
Yine anlaşılmamıştır ama neyse,havayolu kısmı anlaşıldı ya..
"Tamam hangi gün ,saatte?"
...Gün gelir görüşmeye gidilir.Görüşme yapılan otelin başka bir salonunda tesadüfen başka bir havayolu şirketi daha iş görüşmeleri yapmaktadır.Lobide minietekli bir kızcağız daha beklemektedir.Sohbete başlanır:
"Siz X havayolu için görüşmeye geldiniz sanırım."
"Evet siz de mi?"
"Hayır ben Y havayolu için geldim.Ama siz takım elbise giymişsiniz?"
"Siz de mini etek giymişsiniz,niye ki?"
"Ben hosteslik için geldim,telefonda mini etek giymemi söylediler"
"Aa,ben de yer hostesliği -sanırım- için geldim ama bana öyle birşey söylenmedi"
"Hm..neyse"
"Neyse"
Görüşme için içeri girilir ve laf olsun diye dışarıdaki sohbet daha özetlenerek anlatılır.Görüşme yapan yetkililer mini etek olayına çok takılırlar,bunun çok saçma olduğunu diğer rakip firmaya direkt bok atmadan dile getirirler.Bu firmada böyle bir uygulamanın olmadığı ,benim üzerimdeki takım elbisenin daha uygun olduğu söylenir.Görüşme başlar.Fakat sohbet öyle bir noktaya gitmektedir ki yetkililerle ben sanki aynı işten bahsetmiyor gibiyizdir:
"Ben sabit bir yerde çalışmaktan hoşlanmıyorum,hareketli bir iş olması gerekiyor.Devamlı mekan değiştirmeliyim vs.."
"Hmm, masabaşında çalışmak istemiyorsunuz anladığımız kadarıyla.Peki siz hangi pozisyon için başvurmuştunuz acaba?"
"Yer hostesliği??"
"Ohh,bir yanlış anlaşılma olmuş sanırım,biz personel işleri için bir arayış içindeyiz.Uçuş personelinin sigorta işlemlerinin,özlük haklarının takibi vs."

Aslında önceki işinde hep seyahat halinde olan ben bu durumdan çok yorulmuş ve masabaşı bir işin özlemini duymakta iken sırf görüşme yaptığımı sandığım pozisyon tam tersini gerektiriyor diye kendimi farklı lanse etmekteyim.Durumu fark edince de nasıl çark ederimin hesabını yapıyorum kafamdan acil olarak..

"..bu durumda bu iş sizin beklentilerinizi karşılayamıycak sanırım."
"A yoo,ben aslında kem küm..."
İki yetkili birbirlerine bakarlar,onların o bakışlarının yeniden bana dönüşü ağır çekim bir film sahnesi gibi sanki dakikalar sürer.
"İzmirlilerde genelde ne iş olsa yaparım zihniyeti hakim sanırım,ama bu pek de doğru bir yaklaşım değil"
Şlaaakkkk!Yüzüme doğru patlayan bir balon gibi sözcükler.Yer yarılsın da taaaa dibine girsin,körfez sularına karışsın bu İzmirli diyorum içimden...Birbirimize teşekkür edip ayrılıyorum salondan.
Tabii olarak ben daha otobüs durağına varmadan arayıp olumsuz cevaplarını bildiriyorlar,keşke birkaç saat bari bekleme nezaketini gösterselerdi diyorum haklı bir utangaçlıkla kendi kendime söylenerek...

Şimdi utanılası bir komedi olarak hatırlasam da aslında süper bir ders oldu bana.Kitabımın ilk maddelerinden:
-Görüşmeye hazırlıksız gitmek
-Neye başvurduğunu unutmak
-Mağlubiyeti kabul etmeyip rezil olmayı göze almak


Peki ben bunca şeyi niye yazdım?Çünkü yine çılgın görüşmelere gitmeye başladım,onlardan bahsedecektim.Ama saat epeyce ilerlemiş,onlar da başka bir sefere;)

Yaz geliyorrrrrrrrrr,yer kap, yer kap!!

Yaz gelirken tüm yurtta ve dünyada hasıl olan "bikini giyme sevdası"  bende artık  "insan gibi body,şort giyebilme sevdası" na dönüştü.Zira tartı ve aynaların aleyhimde oluşturdukları ittifak yazlık - ince,tiril-tiril,kısa,açık renkli - giysileri giyebilme durumuma engel teşkil ediyor.
Neyse;
içinde hala ümidi olan her tombul insan gibi ben de, isyan etsem de istediğim kadar,spor salonu ve diyet kombinasyonuna daha fazla karşı koyamadım.
Evde artık tüm yemekler diyet versiyonlarında,her yemekte bol salata..
 Spor salonu deseniz, yürüyüş bandında,pilates saatinde herkes yer kapma telaşında.

Velhasıl herkes gardını alsın,yerini kapsın,yaz geliyorrrr!

Karnıyarık
Bulgur Köftesi



            
<><>
Keşkül-ü Fukara


Ama oğluş tabi ki keklere,kurabiyelere hayır diyemiyor hala..
Ben de örneğin kendisine tırtıl kurabiye yaptım geçenlerde.
Tırtıl kurabiyelerin tırtıl kalıbı olmadığı için kelebeğe dönüşmüş halini yaptım*.Hem de oğluşumla beraber:)
Tırtıl  kurabiye
*Sağ üstteki tırtılcığa dikkat:)

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...