Ramazan ayı bitip bayram arifesinin arifesindeyken yaklaşan bayram ziyaretlerinin bir parça sevinci,çokca sıkıntısı çöktü içime.Sevinç bana göre faydalı bir geleneğin devam etmesi nedeniyle,sıkıntıysa bu geleneğin uygulamasındaki aşırılıklar ve katı kurallar nedeniyle.
Bizim aile için bayramın gelmesi demek arife gününden eşimin ailesinin evine gitmek demektir.Gündüz kabir ziyaretleri yapılır.(Çok şükür henüz benim taraftan kabir ziyareti yapmamızı gerektirecek bir durum yok)Bu kabir ziyaretlerinin olmazsa olmazı "mersin" bitkisidir.Bu bitkinin islam inancına göre bir önemi olduğundan mı yoksa "her ölene bir yasin" derken bunun mersin olarak anlaşılmasının eseri olduğundan mı bilinmez.Kayınvalidem biz gitmeden zaten mersinleri almış, evin bir köşesine koymuş, hazır olarak beklemektedir.

Bu arada yörelerinin meşhur böreğini yapmaya başlamıştır bile.Adına "kıvrıma" dedikleri bu börek klasik hamurdan yufka açılmak suretiyle,arasına yine yörede "kesik" denilen çökeleğin konmasıyla, gül böreği gibi sarılıp odun ateşinde kızartılmasıyla yapılır.Böyle anlatınca hele bir de oruçluysanız ağız sulandıran bir durumu var di mi?Ama arifeden yapılan bu börek tüm bayram boyunca yenmek üzere yapıldığından ertesi günlerde hiç de böyle iştah açıcı olmuyor.Aşırı yağlı,gün geçtikçe kuruyan,soğuk bir şey.Yanında da mutlaka yaz turşusu denilen biber ve patlıcanın haşlanması ya da közlenmesi ile yapılan ekşili,sarımsaklı bir salata ile ikram ediliyor.Bunu bütün köy halkının yaptığını ve her ziyarette önünüze aynı şeyin konduğunu hayal edin.
Hele bir de oruçtan çıkmış midelerin bu ağır yiyeceklerle bozulması içten bile değil.
 |
Bu turşuya bayılırım aslında |
Ama adetleri böyle.Ailede kimse bu adetin devam ettirilmesini istemezken, kayınvalidem son anda "filanca yapıyordu,dayanamadım ben de yaptım" diyerek her bayram bu numarayı bize yutturmayı başarır.Sonra da yememiz için ısrar eder,hatta başka bir evde hata-kaza yemiş olursak "benimkinden yemediniz orada mı yediniz?" diyerek bir de fırça atar bize.
Arife günü bir de tabii kayınvalidemler için "şalvar dikme" aktivitesinin final günüdür.O güne kadar henüz tamamlanmamış şalvarlar o gün dikilip ,bayramda giyilmek üzere hazır edilir.
Bayram tatlısı olarak yine bir kayınvalide klasiği kalburabastı ve tel kadayıftır.Her ikisi de günler öncesinden yapılmıştır,sadece şurupları arife günü dökülür.İftardan sonra tüm bu lezzetler aile halkına tattırılmak suretiyle ramazan sevinci sonlandırılır.
 |
Bizimki de böyle tepsiyle yapılır |
O gece biz orada kalırız.Çünkü ertesi sabah bayram namazı vardır ve evin erkekleri yaz-kış demeden, mutlak surette namaza gitmek zorundadır.Kayınvalidem herkesten önce kalkar,kışsa sobayı yakar, kapısının önünü,bahçesini süpürür,erkekleri kaldırır.Kaldırır dediysem herkes hemen kalkar demek istemedim.Kayınvalidem ne kadar kuralcı,dakik ve bu konularda titizse,erkekler de bir o kadar rahattır.Hoca minareye çıkıncaya kadar yatar bizimkiler.Kayınvalidem bu arada " filancanın oğlu da gitti namaza,filancanın kocası geçti şimdi,siz hala yatıyorsunuz" diyerek saçını başını yolmak suretiyle gelip gider.Eşim ve kayınpeder güç bela kalkıp giderler.Biz kadınlarsa kalkıp kahvaltıyı hazırlarız.Erkekler namazdan gelince bayramlaşma yapılır ve kahvaltıya oturulur.
Bu arada köyün çocukları dolaşmaya başlamıştır bile.Onlar için bir kaseye bozuk para,bir kaseye de şeker hazırlanır,her gelene ikram edilir.Yetişkinler için çikolata alınır,çocuklara adi şeker:)
Asıl mesele günün devamındadır.Kayınvalidemle kayınpederim yaşlı olduklarından evde kalırlar,biz gençler de yarısının akraba,kalan yarısınınsa eş-dost olduğu köyü gezmeye başlarız.Kayınvalidem mutlaka baştan uyarır:
"Filancadan başlayın,şuna gidin,buna gidin,o benim amcaoğlum,öteki teyzekızım,beriki eltiyarım" diyerek bize kısaca herkese gitmemizi salık verir.Hele ki arada birilerini atlayalım.Bizimkisi dönüşte tek tek sorar kimlere gittiniz diye.Bayramdan sonra görüştükleri kişilerden de gidip gitmediğimize dair teyit alır.Unutmaz,bir sonraki bayram "geçen bayramda filancaya gitmemişsiniz,onun çocukları bana geldi,bu bayram siz de gitceksiniz!" der,noktayı koyar.Emir büyük yerden,gideriz tıpış tıpış...
Bu arada bayram ziyaretine çıkacağımız dakikalarda kayınvalidemi bir telaş basar:
"Ebru altınlarını takmıyor musun?"
Şu altın mevzusu bayram sevincimi yokeden,beni benden alan,sinir ötesi bir durum.Ben altından nefret ederim.Yani şu klasik bileziklerden,setlerden vs.Hem görüntüsü,hem saklaması,hem de "bak benim var,sende de var mı?" tarzı bir düşüncenin görselleştirilmiş hali oldukları için sanırım.Kayınvalidemler için ise bu durum bir gurur kaynağıdır.Gelinlerinin,kızlarının ne kadar çok altını varsa o kadar gururlanırlar.Olması da yetmez,önemli olan olduğunu birilerinin bilmesi,görmesi.Bu sebeple her düğün,bayram gibi organizasyonlarda o altınlar bana saçı kazınmış kafa derisine ağır ağır damlatılan su damlaları gibi dın dın dın edilerek taktırılır.Bugüne kadar hiç takmadığım olmadı,sırf onlar sevinsin diye.Ama bu bayram birşeyler değişecek.Azcık da ben sevineyim di mi ya?Adi incik boncuklarım mücevher kutularında çürüdü gitti valla:P

Ziyaret faslı da biz yorgunluktan sürünerek eve dönünceye kadar devam eder ve akşamında benim ailemin evine gidilir.Bizim tarafta pek akraba falan olmadığından,olanlarınsa modern çağın gereklerince tatile vs.'ye çıkmalarından bayram aslında ilk gün bilemedin ikinci gün öğlen bizim için biter.
Nostaljik bayram yazısı yazasım varmış, kayınvalidemi bahane etmişim:)
Her ne olursa olsun bayram köylerde,kalabalık ailelerde devam ediyor,oralarda güzel.(altın adeti hariç:s) Gittikçe çekirdek aileye dönen dünya düzeninde bu adetin yaşatılması gerekiyor.Umarım çocuklarımız da bu güzelliği tatmaya devam ederler...
En gelenekselinden
"Bayramı şerifiniz hayırlı olsun efendim":)